25 Mart 2016 Cuma

MURAT GÜLSOY

MURAT GÜLSOY’A MEKTUP*


     Eşikcini’nin önceki sayısında yer alan, ‘ Plajdaki Ayna’ adlı öykü üzerine yaptığınız çözümlemeyi ilgiyle okudum. Sait Faik’in adı geçen bu öyküsünde özellikle şu alıntıya takıldı gözüm, usum.
     “ … Gözlerini bize dikmiş mavi gözlü, elleri arpa ekmeği gibi kara ve çatlak çocuk bir duman halinde, ama ne zaman istersem vücut haline getirebileceğim bir ruh halinde beynimle gözüm arasında bir yerde uçuyordu. Durmadan geziniyordu.”
     Öykünün  bu bölümü çok etkileyici. Elleri arpa ekmeği gibi kara ve çatlak çocuk, mahzen gibi bir yerde annesiyle yaşıyor. Dokuz yaşında. Annesinin erkeklerle düşüp kalkmasına yataklık ediyor. Uluyor. Onları gözetliyor. Rahatsız ediyor. Para atılınca susuyor. Ufaklarla iş görmüyor. Belli bir fiyatı var susmasının. Annesinin de bir fiyatı olduğu gibi.
     Bu ayrıntılar göz önünde bulundurulduğunda, arpa ekmeği gibi kara ve çatlak olarak simgeleşen çocuk eli nasıl da önem kazanıyor… Hem öyküdeki anlatıcının hem de okurun kafasında hemen yer ediniyor. Güçlü. Sonra dönenip duruyor. Mavi mavi bakan o gözler, çocuk uluması, ille de belki bu arpa ekmeği gibi kara ve çatlak eller yüzünden anlatıcı plajdaki aynayı kırıyor. Anlatıcı, bu görüntü ve seslerin ilk yansıdığı yer oluyor. Onları usunda, gözlerinde taşıyor. Kendisi bir aynaya dönüşüyor. Sonra plajdaki aynaya bakınca bu gürültüler, kafasındaki sesler yeniden ortaya çıkıyor. Plajdaki aynayı kırıyor. Kırma eylemi; bozma, görüntü ve sesleri yok etmek isteğidir. İleriye doğru bir adım. Bir duruştur. Var olan yaşam gerçekliklerine karşı bir çıkıştır. Onları yadsımadır. İşte bu tür karşı çıkış, öyküdeki anlatıcının tanıklıklarının, o tanıklıklar içindeki suç birliği (kadınla beraber olma) yüzünden bir tür kendini temize çekme istediğidir. Acı gerçeklikler içinde -artık- yer almama, özne olarak o acı gerçeklere alet olmama isteğidir bir bakıma.
     Kırma eylemi; hem olumsuz yaşama anlarına, hem de bu şekilde işeyen çarka taş atmadır. O çarkın, çarka tanıklığın getirdiği suçluluk duygusunun yok olmasını istemedir. Bu yanıyla Sait Faik öykülerini okurken hep anlatıcı/yazarın duruşuna dikkat ettim. Orada karşılaştığım insancıl, yaşamı olumlayan, bu yanıyla ütopik iyimser bir anlatıcı duruşu... Öykülerinde bize yaşamın acı yanını gösterse bile; umudunu yitirmeyen, pusulası hep insana/doğaya dönmüş bir şiirsel dil… Bence Sait Faik öyküsünü benzersiz kılan budur.
     Buradan bakınca bu öyküdeki anlatıcının bir Don Kişot olduğunu duyumsarız. Düşçüdür. Çarkla (yaşam gerçekleri- öyküde aynayla simgeleşmiş olan) savaşım içindedir.  Atılan taşla yok edilmek istenen; o acı yaşam gerçekleri, çarkın sesleridir (çocuk uluması)…
     Umutludur anlatıcı bir bakıma. Aynayı kırma eylemi ( acı yaşam gerçeklerine karşı çıkma-onları bozma anlamında), en azından sanatta/öyküde düşseli yaşamadır. Düşe doğru yol almak istemedir. Çünkü burada bir tanıklık söz konusudur. O tanıklığa karşı da yazıyla/öyküyle bir karşı koyuş.
     Yazın, gerçek yaşamı yıkıp yıkıp yeniden kuran bir önemli başka ‘gerçeklik’ alanı değil midir? Bu  ‘gerçeklik’ de, içinde yaşadığımız gerçekliğe iki de bir batırıp batırıp durduğumuz Don Kişot’un kargısı/mızrağı değil midir?
     Yazınızı okuduktan sonra bir başka önemli şey daha gördüm, düşündüm.
Buradaki arpa ekmeği gibi kara ve çatlak el, bir başka Sait Faik öyküsünde avucunu açınca, içinden su gibi ‘ İpek Mendil’ fışkırır.
     Yazınızın sonunda şöyle demişsiniz:
     “ Öyküyü okuduktan sonra, hayatın korkunç ve kötü taraflarından birine tanık olduğumu düşündüm.”

     Gerçekten de öyle. Ama ben yeniden tüm Sait Faik öykülerine döndüğümde şunu yapmak isterim. Hayatın korkunç ve kötü taraflarını anlatan Sait Faik öykülerinde, çocuk ellerinin nasıl simgeleştiğini tek tek saptamak. O ellerde simgeleşen yaşamı (tanıklığımızı) kavramak. Bir anlamda o öykülerdeki çocuk elleri aracılığıyla, acımasız yaşamı yeniden yeniden kargışlayıp durmak isterdim.     

*Eşikcini dergisinde yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder