19 Mart 2016 Cumartesi

GEYİKLER, ANNEM VE ALMANYA

SABAHIN ALACASINDAKİ PEMBE GÜL*

   Nursel Duruel, bu kitapta** bir ayrılış öyküsü anlatıyor. Kitaba da adını veren Geyikler, Annem ve Almanya adlı öyküde, çocuklarını Türkiye’de bırakıp giden bir anneyi anlatıyor. Daha doğrusu anneyi değil, geride kalan kızını. Kızın gözünden bakıyoruz bu ayrılık öyküsüne. Kız düşler görüyor. Düşe karışıyor. Irmakta koşturup duran geyikleri, daha birçok şeyi masal anlatır gibi anlatıyor. Uzun uzun ağlıyor kız. Yatağını ıslatacak kadar hem de. Annesi onu susturuyor. Gözlerinden öpüyor. Sabah uyanınca annesini göremiyor kız. Geceden/annesinden geriye kalan gözyaşıyla ıslanan yastıktan başka bir şey değildir. Yastık simgesel açıdan ilginçtir. Yalnızlıklarımız, anasız, sevgilisiz kaldığımız zamanlarda yaslandığımız, ona sarıldığımız o önemli nesne; yastık. Başımızı o kimsesiz zamanlarımızda ona güvenle yasladığımız. Öyküde anne kızın bir arada geçirdiği son geceki sessizlik Duruel’in şu betimlemeleriyle okurun içine işliyor.
     “ Aralık pencereden ay ışığı giriyordu içeri. Hiç ses yoktu. Öyle bir sessizlik ki, neredeyse camı geçen ay ışığının sesini duyacağım.”(s. 13)
     Sonra kızın kendini suçlamasını, zayıflığına kızmasını etkileyici bir anlatımla, kızın ağzından şöyle veriyor yazar.
     “ Bu gözyaşları düşmanım benim… Pis gözyaşları, kötü gözyaşları, yok olası gözyaşları, yarın istediğiniz kadar akın. Ama şimdi, bu gece rahat bırakın beni, perde gibi inmeyin gözlerime. Anneme bakmak istiyorum ben.”(s.13)
     Öyküde geriye gidişler, üst üste binen görüntüler ( tıpkı bir film şeridi gibi) arasında, kızın bir türlü usunun almadığı ayrılık ve onun üstünde yarattığı baskıdır. Bu durumu kızdan şöyle dinleriz.
     “ Bir bilseniz neler etti o gece ay ışığı, anemin yüzünü durmadan değiştirdi. Bir bakıyorum, sisler buharlar içinde belli belirsiz. Bir bakıyorum Çay’da yol yapılırken toprak altından çıkardıkları kadın heykelinin yüzü gibi kıpırtısız, dümdüz. Bir anneannemin yüzü gibi kırış kırış, bir gelinlik fotoğrafındaki gibi gülümsüyor.”(s.14)
     Kız kendi iç dünyasındaki fırtınalar içinde deviniyor, bir duygudan ötekine bata çıka ilerliyor. Bütün bunları yaşarken bir yandan da annesiyle anneannesine kulak misafiri oluyor.
     “ Almanya’da babamı bir kez daha zorlayacakmış düzenli yaşamaya, bu son deneme olacakmış.”(s.12)
     Öyküde annenin de bu gidişten pek de mutlu olmadığını öğreniyoruz. Annenin şu deyişi içimizi buruyor. Bütün ayrılıklarımızı gözümüzün önüne getiriyor.
     “ Anadan ayrılmak zorsa, evlatlardan ayrılmak daha zor.”(s.14)
     Ardından yine kızın belleğindeki düş oyununun içinde buluveriyoruz kendimizi. Bir gül bahçesine çevriliyor her yan. Odanın içi, gece, geçmiş silme gül doluyor…
     “ Hani gülün pembesi var ya, kokulu gülün pembesi, işe öyle baştan ayağa pembelik içinde kaldık.”(s.14)
     “ Sabahın alacasında iki pembe gül.”(s.14)
     “.. annem, babam, ben kardeşim el ele tutuşmuş yürüyoruz, giysilerimiz gül yaprağından.”(s.14)
     “ Hepimiz saydam pembeyiz.”(s.14)
     Bu gül ve güle yakışan en güzel renklerden biri olan pembeden sonra, yazar yetkin bir  anlatımla kızın uykuya geçişini vermiş.
     Görsellik tüm öyküde var. Bilinç akışı tekniği de eklenince, okurda etki doruğa çıkıyor. Duruel görüntüyü okurun kafasında canlandırmakla kalmıyor elbette. Dokunma, işitme duyu edimlerini de işe koşuyor sanki. O etkiyi veriyor. Okur anlatıcının sesini işitiyor sanki. Onun dokunduğu şeylere dokunuyor. Toprağın ılıklığını duyumsuyoruz, kokusunu içimize çekiyoruz.    
     “ Gökyüzü masmavi, kuşların cıvıltısı derenin sesine karışıyor, toprak ılık, mis kokuyor.”(s.15)    
     Derenin kilimler üstünden akışını iki kez yineliyor yazar.
     “ Dere küçük kilimin üstünden akıyor.”(s.15)
     “ Dere kilimlerimizin üstünden akıyor. Sular aktıkça geyikler hep aynı yöne doğru koşuşuyorlar.”(s.15)
     Derenin akışı kızın düşünde, bilinçaltında dönenip duran zamanı, belki sesi, ( ‘ Annem- işte şimdi yanımda yatıyor,’ ‘ yarın yok!’) simgeliyor. Zaman akıp gidiyor. Annenin ayrılış saati yaklaşıyor. Duruel burada da bilinçaltının o karanlık, ama bir ucu dışarıda, nesnel dünyada olan yanını çok iyi veriyor.
      Bir de koşturup duran geyikler var öyküde. Düşün betimlendiği paragraflarda. Ki öykünün başlığında da geçiyor. Geyiklerin koşturmasının da simgesel bir yanı var.
     Dağılan, -belki- parçalanan bir aileyi simgeliyorlar. Bu yanıyla ‘akış, geyikler’ öykünün temasını veren simgesel anlamlar yüklenmiş. Öykünün üst kurmacasını, temini oluşturuyorlar. Bu imgesel seçim, öyküye engin bir çağrışım gücü kazandırıyor. Çağrışımlarla baş başa kalıyor okur. Bunlar okurun doğrudan bilinçaltına sesleniyor.
     Geyikler bir de başkaca bir anlam yükleniyor. Bir arada yaşayan, bir yerden bir yere beraber, kalabalık göçen, tehlikelere her an (üstlerinden savrula savrula geçen kum tanecikleri) beraberce karşı koyan mutlu bir aileyi simgeliyorlar. Genç kızın düşlerini süsleyen, hiç kavuşamayacağını sezdiği o aileyi.
      İlerleyen satırlarda karşılaştığımız, “ Güneş gözkapaklarımı öpüyor, burnumu, saçlarımı öpüyor.”(s.16) tümcelerinde de görsel, işitse, duyusal dil/etkiyle yeniden karşılaşıyoruz.
     Bir de leylek var öyküde. Göçün, göçebeliğin belirgin simgesi.
     “ Uzun kırmızı gagasını tak… ta… tak… vuruyor.”
     Burada duyusal etkinin bir başka biçimde yeniden verilmesi söz konusu.
     Oysa her şeye karşın kız umutludur. Geleceğe umut dolu çocukça bakış kızın bilinçaltında dönenip durur. Şu satırlar bunun en belirgin örneği değil mi?
     “ Tarlaların ötesindeki çayırlık sonsuza dek yeşil serinliğini gönderecek bize.”(s.17)
     Ya kızın ayrılığa, parçalanmışlığa karşı ayakta kalma kararı? O da okura şöyle sezdiriliyor.
     “ Güçlü, neşeli, yok edilemez bir su damlasıyım… Onlardan kopan ama, onlardan bağımsız.”
     Sonra kız uyanınca annesinin çoktan gitmiş olduğunu, anneannesinden öğreniyor. Öğrendikten sonra ağlamakla ağlamamak arasında şöyle bir seçim yapıyor:
     “ Hayır.. Hayır ağlamayacağım artık. Ben bir su damlasıyım. İnatçı bir su damlası. Büyümek için savaşacağım. Mutlu düşleri gerçekleştirmek için savaşacağım.”
     Kızın seçimi ortada. Su kendisini tamamlamadıkça damlamaz. Geyikler, Annem ve Almanya, Duruel’in çarpıcı yürek burkan bir öyküsü. Ama umut dolu. Kendini tamamlayıp, olgunlaşıp damlamak, yaşama karışmak isteyen bir kızın gelişim öyküsü. Bilinçlenme öyküsü.


 * Bu yazı Lacivert edebiyat dergisinde yayınlandı.
  ** Geyikler, Annem ve Almanya, Nursel Duruel, Can Yay., 1. Basım, Eylül 2006

  ( Yazıdaki alıntılar a.g.e.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder