GÖSTERGELER
ÇAĞINA ÖYKÜLER
1/
Tamiris’in Gecesuçları’nda yabancı, ayrıksı dünyadan fotoğraflar çekip önümüze
koyuyor Sezer Ateş Ayvaz. Savaştaki, ikili ilişkideki kanıksamanın ( Raylarda Makas, Çıngıraklı Kapı), anne sevgisi yoksunluğunun (Su İle Her Şeye Hayat), tutkunun
ölüme/öldürmeye yakınlığının ( Tamiris’in
Gözleri), yaşamın hızına yenik düşmenin (Açık Pembe Üçgen), elginlik anlarının (Bizim Denizimiz Değil), zamanın acımasızlığının ( Soneşik, Kurumuş Kan Renginde), benlik
yitiminin (İkinci, Karar Anı)
kısacası yaşam içindeki savruluşların (Gecesuçları)
ayrıksı anlarını anlatıyor yazar.
“ Pencerenin önünde oturup,
gözlerini dışarıya dikiyorsun, sana bütünüyle yabancı, ayrıksı bu dünyaya…
Dingin, heyecansız… İçine korku salan güzelliğe bakıyorsun…”
2/
Yazar/anlatıcı
öykülerde bazen bir iç sesle veriyor umutsuzluğu. Kitabın ilk öyküsü Raylarda Makas’ta, trenlerle taşınan bombalardan
söz edilir. O vagonların taşıdığı ölümden. Öyle ki, kimse bunun bilincinde
değildir. Çoğu kişinin kılı bile kıpırdamaz. Tepkisizdir. Savaş burada hem iç,
hem de dış gerçeklik olarak ikili anlamıyla yer alır.
İç
dünyadaki savaş, iç seslerle verilir. Bu sesler öyküye derinlik katıp, yeni
anlam katmanlarının açılmasını sağlar. Raylarda
Makas, kurguyla gerçekliğin iç içe
geçip, sınırların belirsizleştiği bir öykü olarak karşımıza çıkar.
“ (Savaş)
kimi zaman açıkça, kimi zaman sinsice yayılarak, bir ur
gibi kuşattı seni…
sizi… Hayatın gizli yüzündeydi…
Yanındaydı…”
(s.16)
3/
Çıngıraklı Kapı,
Su ile Her Şeye Hayat ve
özellikle Soneşik’te yitirilip gidene
(zaman, sevgi) karşı belirgin bir hüzün duyulur. Çıngıraklı Kapı’da yitip
giden mutlu günlere, Su İle Her Şeye
Hayat’ta anne sevgisi yoksunluğuna karşı yaşanır hüzün.
Soneşik’te iki farklı ortamın anlatımı
vardır. Bu iki katmanlı anlatımda önce anlatıcı/yazarın annesi tarafından
yıkandığı an vardır. Sonra da anlatıcının annesini yıkama anı. Bazen iç içe
geçer bu ortamlar. Birbirine karışır. Bunlara paralel olarak bir çocukluk
masalı öyküde yerini alır. Bu masal Asi Nehri kenarında geçmiş bir çocukluk
zamanından kalmadır. Bu masalla birlikte anlatıya bir katman daha eklenir.
Böylece bu çok katmanlı anlatımda duygu yoğunluğu artık doruğa yükselmiştir.
Hüzün
çoğu öyküde geçmişe duyulan özlemden kaynaklanmaz. Hüzün burada, varlığın
şimdiki zaman içindeki durumunu vermesi açısından önemlidir. Öykülerde hüzün
belirgin bir duygu olsa da, özneyi bir anlamda silen, yabancılaştıran yaşama
anlarına karşı açık bir isyan da yer alır.
4/
Su İle Her Şeye
Hayat’ta Madam
Suzan, annesinin kapıyı açmasını bekler. Kurumuş
Kan Renginde adlı öyküde ise, anlatıcı/yazarın “ içi(n)deki tüm duyguları
silen, yerini bezginliğe bırakan kapı açılma töreni(yle),” karşılaşırız. Özcesi
Sezer Ateş Ayvaz’ın öykülerinde kapının simgesel bir değeri vardır. Geçiş,
yitiriş, anımsama, bekleyiş, zaman, yeni, kuşku, giz, umut… Kapı öykülerde
bazen biri, bezen de tüm anlamları içinde barındırır.
5/
Kapı
kadar, geceye de yoğun bir simgesel anlam yüklemiştir yazar. Gecesuçları deyişi, bitişik yazımı
özellikle dikkatimize sunulur. Ertesinde okur bakışı gecenin kuytularında,
ışıkları altında dolaşmaya başlar. Öykü zamanı olarak genellikle gece
seçilmiştir. Çünkü gece, kimi zaman bir ayrılık, kopuş; kimi zaman da yaşama
tutunma çabası, gri yaşama anları, yaşam içinde yitiş, maskesizlik anlamına
gelmektedir.
6/
Öykülerin
çoğunun parçalar, bölümler şeklinde yazılmış olması yazarın bilinçli bir seçimi
olsa gerektir. Bu bölümler birer fotoğraf karesi gibidir. Yan yana dizili
durur. Bazen karmakarışıktır. İç içe geçmiştir. Hem geçmişin silik/belirgin
izlerini, hem de şimdiki zamanı gösterirler. Bu parçalı, bölümlü anlatım aynı
zamanda öznenin günümüzdeki parçalanmışlığını vermesi açısından da dikkat
çekicidir. Öykülerde insanın hem zihinsel olarak, hem de toplumsal bir varlık
olarak parçalanmışlığı, dağılmışlığı yer almaktadır. O yüzden ‘ben’ günümüzde
tepkisiz, kişilik olarak silik ve göstergeler çağının hızına yetişmeye çalışan
bir yalnızdır. İşte o yalnızlık anlarının anlatımıdır biraz Tamiris’in Gecesuçları.
7/
Tamiris
adıyla ilk kez dördüncü öyküde karşılaşıyoruz (Tamiris’in Gözleri). Son öyküde
de (Kahve Rengi Öykü) Tamiris’in, “
İmgelerle savaşıp yenik düşen kör bilici,” (s.111) olduğunu öğreniyoruz.
Tamiris, günümüz yazarının içinde bulunduğu umutsuz durumu temsil eder. Yazar
da öznenin bu parçalanmışlığından payını alır. Yazarken, imgelerle savaşırken
büyük bir ayrıksı dünyayla, gerçeklerle karşılaşır. Bu bir anlamda umutsuzluk
içine atılmak anlamına da gelir. Bu yüzden Tamiris bazen anlatıcı/yazarın kendi
iç sesi, vicdan oluyor. Bazen de apayrı bir öykü karakteri olarak karşımıza
çıkıyor. Ne olursa olsun Tamiris’le simgelenen, sanatçı duyarlılığı ve onun
beraberinde getirdiği mutsuzluk, yabancılaşmadır bir bakıma.
8/
Öykülerin
çoğunda bir iç ses var. Öyle ki, kimi öykülerde anlatıyı bu iç sesler kuruyor.
Bu iç sesler yer yer yazar, anlatıcı, vicdan, karakter iç sesi, ya da Tamiris,
anne olabiliyor. Tüm bu sesler, söylemek istediğini bir çırpıda bağırarak
söylemiyor. Okura düşünme alanları aça aça söyleyeceğini söylüyor. Seslerin bir
başkaldırıya, bir çağrıya dönüştüğü anlar da oluyor. O zaman sorgulamaya,
düşünmeye, seçmeye yöneltiliyor okur. Bu bize Sezer Ateş Ayvaz’ın öykülerinde
felsefeyi nasıl da başarıyla yapılandırdığını gösteriyor. Çoğu öykü, düşünsel
bir derinlik taşıyor. İşte böylesi bir düşünsel boyutta öyküyü kuran iç sesler,
öykünün temini kurmada bir mihenk taşı oluyor.
“
Kanıksadığın bir bedende sen ne hissettin?” (s.22)
“ O kadını
öldürecek olan şeyin kendi içindeki
tutku
olduğunu biliyordum.” (s.38)
“ İlerle,
parçası ol akışın! Öyle ki, hız ol sen de!
Durma!”
(s.58)
9/
Tamiris’in Gecesuçları’nda yazar, kurumuş
kan rengindeki insanlık durumlarını anlatır bize. Tamiris olarak, kimi kez
de Tamiris’in gözlerinden. Burada anlatılan bir saptamadan ötedir. Bu, aynı
zamanda yaşananlara karşı bir çıkıştır. İlişkilerimizde eksilip durmamıza karşı
bir başkaldırıdır. Bu başkaldırıyı hepimiz adına yaparcasına şöyle seslenir
anlatıcı/yazar:
“ Tek sen
kaldın. Sen! İkinci ol! Bul artık,
belleğinde
silinen izleri…” (s.50)
10/
Kitabın
üçüncü öyküsünde de ( Su İle Her Şeye
Hayat) başat duygu hüzündür. Anne-kız ilişkisi bağlamında bize çeşitli
sorular sordurtur bu öykü. Bunu da, ikisi arasında yitmiş olan sevgilere
bakarak yapar.
Bu
öyküyü okurken hüzün bir müziğe dönüşür sanki. Okurken size bir eski musiki
sesi eşlik eder gibidir. Geri dönüşlerle, Suzan’ın zihnindeki o yitmiş
zamanlara bakarız. Onunla soluklanıp, onunla yoruluruz. Bir adım daha… Yürürken
sağda solda gördüğü yapılara, çeşmelere bakar Suzan. Gördüklerinin kendisinde yarattığı
çağrışımları sese dönüştürür. Anlatır Suzan. Annesinin yıllar önce çocuklarını
nasıl da bırakıp Paris’e gittiğini, bunu nasıl yapabildiğini. Artık Suzan da annesi gibi yaşlanmıştır.
Ayrılığı, kopuşu, sevgisizliği sorgulamak için artık çok geçtir. Suzan annesi
Madam Anie’ye öykü sonunda şöyle seslenir:
“
Geç kaldın Madam Anie. Çok geç artık.”(s.35)
Annesiyle
buluştuğu pastanede çantası yere düşer Suzan’ın. Dağılır gürültüyle. Bu
dağılma, tıpkı kendi yaşamındaki gibi sesli bir sessizlik içinde gerçekleşir.
11/
Tüm
öyküler belirgin bir yaşanmışlıktan besleniyor. Taşıdıkları doğal, bir o kadar
katmanlı anlatım onun için okuyucuyu içten sarıyor.
“
Ne yana baksan; avuntusuz, kıstırılmış hayat…” (s.27) dese de anlatıcı/yazar,
tüm bunları öyküleştirmek aslında yaşam karşısında direnç kazanmak değil midir?
Bu
bağlamda Tamiris’in Gecesuçları;
umutsuz, avuntusuz yaşama anlarını anlatsa da, aslında umudu büyüten öyküler
olarak karşımıza çıkar. Çünkü belli bir noktadan sonra tüm öykülerde Sefira’dır
yazar. “ Dünyayı sözcüklerle değiştiren gezgin(dir.)” (s.111) Sözün insanı
değiştiren gücüne inanır…
--------------------------------------------------------
*Cumhuriyet Kitap ekinde yayınlanmıştır.
Tamiris’in
Gecesuçları, Sezer Ateş Ayvaz, Can. Yay, 2005, 112 sayfa
