KÂĞIT GEMİLER*
Anlatıcının öykü kitabının girişindeki ilk
seslenişi, çarpıcı bir son söz olarak da okunabilir: “ Ey okur, masallar bizim
gibi fakir fukaraya mı kalmış? Gerçek bizim neyimize yetmiyor?”
İşte bu sorudan sonra sanki yazar,
gerçeğin bize neden yetmediğini, daha doğrusu neden yetemeyeceğini anlatmaya
koyulur.
Ayşegül Çelik, verili gerçeğin çelişkilerini
masal anlatımında okura inceden inceye sezdirmeyi başarmış. Her gün televizyon
ekranlarından akıp duran doğal gerçek, bir yerde insanı duyarsızlaştırmış.
Gerçeğin bu sıradan dilini kullanarak anlatılacak olan öykü ne kadar etkili
olabilirdi? Bundan olsa gerek yazar, masalsı bir anlatımla okuru daha ilk
adımda, o kurmak istediği büyülü gerçeğin içine çekiyor. Zamanın hızına
eksilerek yetişmeye çalışan okur, kitaptaki efsunlu anlatı ormanına vicdanından
kaldığı kadarıyla giriyor. Okur farkında olsun ya da olmasın, öykülerde
ilerledikçe vicdanının eksik kalan yanının arayışına girişiyor. Bu onun kendi varlığını
tümleme çabası olarak da görülebilir. Bunu başarması anlatıda, ötekini
‘kocaman bir bütün’ olarak görmesi için bir önkoşul olarak değer
kazanacaktır.
Kitabın girişinde anlatıcı/yazar, “ Sadece
bir masal aktaraca(ğını)” söylese de, masaldan öte, gerçeğin insanı inciten
kesiklerine “ avaz avaz bağıran avuçları(nı)” uzatır.
Kitabın ilk masalı ( Afsun), anlatıcının genç yaşında yaban ele giden ablası Sitare’nin
anlatısından oluşuyor. Aslında bunun aynı zamanda anlatıcının annesinin de
masalı olduğunu, onun da bir yazar olduğunu fark ederiz.
İkinci masalda ( Kuşlar) Yıldız anlatılır. Sanki Sitare burada Yıldız olarak
karşımıza çıkar. O büyülü Deli Orman’ı
kurmaya çalışan bu anlatı dünyasında, adlar o kadar önemli midir? Önemli olan her
söz alışta, insan’ın anlatısının dile
gelmesi değil midir? Bu ikinci masalda iç dünyasını dokuma tezgâhında ilmekler
örerek; bir başka dünyanın canlılarını, kuşlarını, renklerini anlatan bir genç
kız, Yıldız söz alır. Dokuduğu tezgâhta dile gelen, varlık bulan bir efsunlu
dünyanın renklerine, o dilden anlamayanların hoyratça el uzatmalarına tanık
oluruz. Burada da yazar, eğretilemeyi ustaca kullanır. “ Bıçağın biteviye
hırıltısını bastıran tuhaf bir çığlıkla inledi ortalık.” (s. 17) O çığlık, şu
anda gerçeğin gözümüze bir kıymık gibi battığı iletişimsizlik dolu yaşantılarımızda,
bizim adımıza atılmış bir çığlık değil midir?
Özellikle yazıyla, çiziyle uğraşanların
ilgisiz kalamayacağı bir başka efsunlu masal/öykü, Kelimeler Masalı’dır. Bu kez dil içinden, bir başka dile yönelir
anlatı. Binbir Gece Masalları gibi;
masalın sözü, sesi bir başka masalın sözü, sesi olur. Bir yaratılış masalıdır Kelimeler Masalı. Öyle görünür. Ama
dilin ( bir anlam dizgesi olarak) yaratılış ve bozuluşunu konu alan bir masal olarak
da okunabilir. İnsanın insana taşmasını engelleyen bir iletişimsizlik masalı.
Bu masalda lisan tamircisi, bizi çoğaltması gereken sayısız dillerin onarılması
için çalışır. Böylesi güzel dillerin ırmak seslerini, bulut renklerini, taşlarını,
rüzgâr parçalarını, nehir seslerini yitirdik. Bu yüzden içimizde o eski güzel dilin
uyanacağı ana kadar, “ Saklandıkları ormanla beraber defterin arasına kıvrılıp
gözlerini kapat(tır),” (s.23) kelimler.
Sonra Gökteki
Kara Boncuk adlı masalda yokluktan bahsetmek isteyen kelimeler söz alır.
Anlatılan çağcıl bir aşk değildir. Ama bu dünya sırtında yaşanmış olması
muhtemel bir kendini adama masalıdır okunan.
Deli
Dumrul’da** da Azrail’le girdiği pazarlıkta, canına can arayan, onu
bulamayan bir çaresiz anlatılır. Deli Dumrul’a aradığı canı, eşi sanki tüm
Anadolu kadınları adına verir. Annesi, babası, kölesi Kırk Yiğit bile canını
ondan sakınırken. O zaman affedilir Dumrul’un canı. Öyle ya böylesi büyük bir
sevi karşısında Tanrı bile insanın yazgısını bozar.
Kısacası, “ Yüzlerini güneşe çeviren,
göğün mavisini hızla arttıran(ların)” (s.29) masalıdır Gökteki Kara Boncuk. Bir kadim zaman masalı.
Her dinde, her dilde yürekler aynı gerçeği
taşır. Önemli olanın, bunu görmek olduğunu Toprağın
Öyküsü’nde anlarız. Bu aynı zamanda,
“
Hayat(ın) tepeden tırnağa bir ağrıdan ibaret,” (s.40) olduğuna tanıklıktır. “ Gerçek bizim neyimize yetmiyor?” diye
sormuştu başta anlatıcı. Bu sorunun yanıtını, Toprağın Öyküsü’nde buluyoruz işte:
“ Gerçek yürekte taşınan bir ağrı(dır)”
(s.40)
Sırf
bu yüzden Kâğıt Gemiler, yürekte
taşıdığımız gerçeklere bakmamızı, onların ağrısını yeğnileştirmemizi sağlayacak
bir uzun öykü olarak da okunabilir.
Söz konusu olan bu masalda, oğlu Ahmed’in
“ Cehennemin basamaklarında durduğumuzu, ömrümüzü başkalarının ördüğü
yalanların içinde geçirdiğimizi ve dünyanın böyle bir yer olmaması
gerektiğini,” (s. 41) anlamasını bekleyen bir kadınla karşı karşıya kalırız.
Öyküde dünyaya ilişkin bir itiraz yükselir. Diğer masallarda ise bu çığlığı,
iyiyi göstererek okura duyurur Ayşegül Çelik.
Her öyküde bir kadın vardır. Ya erkeğinin
önünde ya yanında, ya da arkasındadır. Beyaz Kelebek’te yine büyülü bir masalda
dile gelen bir kayboluşun, yersiz yurtsuzluğun anlatısını dinleriz. Okuru her anlatıda dişil, anaç bir dil
karşılar. Verimlidir bu dil. Gösterir, sordurtur, vicdanın o eksik kalan
bölümünü aramaya yöneltir. Bizi içine alır. Sarıp sarmalar. Ceylan’ın kayboluş
öyküsü olan bu masalda da durum aynıdır.
Çöl
Gemileri adlı öykü de köksüzlüğü anlatır. Nereden geldiği bilinmeyen, bu
yüzden nereye gideceği de kestirilmeyen kadınların, genç kızların masallarıdır
bu dile gelen.
Gitmek istediği yeri, yolu henüz
bulamayanların dilini anlatan bir başka masal olan Çöl Gemileri’nde, Ahmed’in söz almasıyla Mari’ye (Meryem) rastlarız
yeniden. Henüz masalın dili, Mari’nin öyküsünü bitirmemiştir çünkü. Hangi
masal, hangi insanın öyküsünü bitirebilmiştir ki? Bu yüzden hiç bitmeyen
masallar okuruz Kâğıt Gemiler’de.
Okur kâh masalı öyküye çevirir, kâh öyküyü masala. Her çevrimde baktığı yine
kendi sureti, yaşamıdır aslında. Okurun kitaptaki masalların büyüsüne kapılması
bu yüzdendir. Anlatıcı, okurun aklının masal ilerledikçe büyüyeceğini, içine
kurt düşeceğini başta söylememiş miydi? Yazar büyülü gerçeğin, verili gerçeği
kanattığı her yerde yeniden bir dünya, düzen kurulacağına ilişkin bir umut
yeşertir okur içinde. Bu durum yazarın öykülemedeki başarısının getirdiği bir
sonuçtur. O sadece masal diliyle işaret eder. O işaret de bir efsunda, bir
insan yüzünde, sözünde varlık bulur.
Parçalanmış hayatların anlatıldığı,
yaşamını koca yalanlar üstüne kurmak istemeyen Mari’nin oğlu Ahmet, iki farklı
inancın dilsiz insanlarının dili olur. O da bir lisan tamircisi gibi çıkar
karşımıza Çöl Gemileri’nde:
“ Eğer taş üstüne taş koymayacaksak,
omuzlarımızdaki kuvvet ne işe yarar? Birbirimizi yerden kaldırmayacaksak, neye
uzanacağız bu kollarla? Merhamet bile hatırımıza gelmeyecekse, içimizde oturan
bu iyiliğin anlamı ne?” (s.63)
Ahmet hepimiz adına söz almış gibidir.
Dilsizliğimize dil olur:
“ Eğer bu dünyayı kuran Tanrı olsaydı,
şimdi onu bu kadar incitip kanatmaya bizim gücümüz yeter miydi hiç?” (s.63)
Kâğıt Gemiler, bir kadın anlatıcının dokuma tezgâhında
ilmek ilmek biçimlenen ışıltılı bir kilim olarak da görülebilir. Diyelim ki Afsun kilimin (anlatının) başında ortaya
çıkar. Araya başka ilmekler, renkler (öyküler) girer. Sonra yeniden karşınıza Ah, Seni Bahtsız Yalnız’da çıkar yeniden
o ışıltı. Kilimin öteki ucunda.
Yazar insana olan umudunu Ah, Seni Bahtsız Yalnız’da şöyle dile getiriyor:
“ Bir dahakine, daha iyi varlıklar olarak
doğduğumuzda, bizden saymadıklarımızın canını yakmamayı, her şeyi kocaman bir
bütün olarak sevmeyi öğreneceğimizi biliyorum.” (s.65)
Böyle bir umut olmasa masalın bu büyülü
dili, gerçeği neden kanatıp dursun ki?
Bir başka yerde, gündelik yaşam
gerçeklerinin içini kanattığı insanlara seslenmeyi başarmış yazar:
“ Hey yaralı, yaralarından yana nasılsın?”
(s.65)
Bu sesleniş, betimsiz bir sorgulamanın hem
ilk hem son kapısıdır.
Deli
Orman’da karşımıza yeniden yezidi Afsun çıkar. Yazar dokuma tezgâhında,
öteki ucu kilimin başında olan bir başka ilmek daha atmıştır:
“ Yaz: Bugün herkes yeterince
incitilmiştir.” (s.78)
Böyle seslenir anlatıcı dokuma işliğinin
sonunda. Son Hikâye’de anlatıcı kadın
yazarın, neden kalemi eline aldığına ilişkin olan mesel de böylece sona
ermiştir. Anlatan aslında bir anne sesidir. Kilimi (Deli Orman) dokuyan eller de, onun elleridir.
Kâğıt
Gemiler’de anlatıcının söyleyecek sözü “ bittiğinde içi(nizde) başka biri
varmış da, gözleri(nizden) bakan oymuş gibi durup,” (s.60) bu kez siz söz
alacaksınız.
Kâğıt Gemiler/ Ayşegül Çelik/ Yapı
Kredi Yayınları/ 79.s
* Ayşegül
Çelik, 2010 Yunus Nadi Öykü Ödülünü alan Kâğıt
Gemiler adlı dosyasını kitaplaştırdı. Ödüllerin yazara sorumluluk yüklediği
söylenir. Eksik. Ödüllerin bir işlevi de bazen,
Kâğıt Gemiler gibi yetkin dosyalara,
okurun dikkatini çekmesidir.
** Deli
Dumrul, Güngör Dilmen, Mitos Boyut yay., 1998
Bu yazı Cumhuriyet Kitap ekinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder