26 Şubat 2024 Pazartesi

UZAY VE ZAMAN

 





BİR SORU

Soru soran: Efe DUYMAZ

“Uzay ve zaman kavramları bana kendi başına var olan şeyler olarak değil de daha çok maddi olarak var olan cisimlerin olumsuzlaşmasıyla elde edilmiş metafizik kavramlar olarak geliyor. Çünkü uzay dediğimiz aslında maddenin olmadığı alandır, aslında bir alan bile değildir. Daha çok özellikleri tanımlanmış bir cismin maddeye dair tüm özellikleri çekilip alındığında ortada kalan hiçlik gibidir. Zaman da aynı keza maddeselliğin doğurduğu bir uzayda hareket durumunda oluşan ilişkilerin sonucunun üst bir çatıda isimlendirilip bir doğa yasası formunda sunulmuş haliymiş gibi. Örnekle daha açıklayıcı olacaktır, mesela eylemsizlik. Aslında eylemsizlik diye bir yasa yok ama o halde olan duruma bir isim verilmesidir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”

 

 

UZAY VE ZAMAN ÜZERİNE

Erkan TUNCAY


I.                   ARGÜMAN

ZAMANIN METAFİZİK KAVRAM OLMASI ÜZERİNE

Öncelikle kolayıma gelmesi açısından zaman kavramına değinmek istiyorum.

İster maddi cisimlerin olumsuzlanmasıyla ister başka bir saikle olsun zaman kavramının da metafizik bir kavram olduğunu düşünüyorum. Uzaydan çok zamana kafamı taktığım oluyor. Bir tanrı  kavramı gibi. Soyut, cisimsiz, maddi olmayan. Maddenin değişiminin yönüne bakarak (insanın da elbette), ya da insanın doğum zamanını başlangıç kabul eden  metafizik bir kavram. İşareti nereden alırsak alalım var olmayan bir boyut bu. Tanrının da zihinsel bir unsur olarak insan yaşamında var olması gibi,  zaman da zihnin bir unsuru olarak yaşamımızda yer alır.

Durdurulması, dönüşmesi ancak madde üzerinden yapılabilecek, maddenin bir formu gibi duruyor zaman. Form seni şaşırtmasın.

Maddenin metafizik formu olarak.

 

 

Uzay ve zaman kavramları, insanlık tarihi boyunca çeşitli dinî ritüeller ve inanışlarla iç içe geçmiştir. Geleneksel olarak belirlenen kutsal zamanlar, toplumların manevi pratiklerini düzenlemede önemli bir yer tutmuştur. Ancak modern bilim, uzay ve zamanın göreceli olduğunu ve evrenin bu iki boyutun karmaşık bir ilişki içinde olduğunu ortaya koymuştur. Bu bilimsel anlayış, zamanın mutlak olmadığını, dolayısıyla manevi uygulamaların belirli zamanlara sıkı sıkıya bağlı kalmaksızın da kişisel ve esnek bir şekilde gerçekleştirilebileceğini düşündürmektedir. Bu bağlamda, dinî ritüellerin ve manevi pratiklerin kişisel inanç ve ihtiyaçlara göre uyarlanabilmesi, bireylerin kendi maneviyatlarını daha içten ve anlamlı bir şekilde ifade etmelerine olanak tanıyabilir. Bu yaklaşım, geleneksel zaman anlayışlarını korurken aynı zamanda modern dünyanın gerektirdiği esnekliği ve bireyselliği de kabul eder.

 

II.                ARGÜMAN

UZAYIN METEFİZİK KAVRAM OLMASI ÜZERİNE

Uzaya gelince, her ne kadar bir boşluk, sonsuzluk adını alsa da zihnimde hep bir maddi form olarak resmediyorum ben onu. Senin tam zıddına düşen bir düşünceye sahip olmak pahasına ben böyle düşünüyorum.

İzlediğim bir bilimsel videoda uzay için atlas, diyor ve onu bir çarşafa benzetiyor. O bir boşluk değil, diyor. Biz onu eskiden böyle sanıyorduk. Ama bir çarşafı nasıl gerip üstüne top atarsanız ve o çarşaf topun şeklini alarak onu havada tutarsa, uzay da öyle bir form. Tamamen boşluk değil yani.

O halde uzayı içerdiği tüm cisimlerle ve onları tutuş biçimiyle onu metafizik bir kavram olarak ele almak ne derece doğru? Çünkü samanyolunda oluşan patlamalar, güneşin salınım yaptığı elementler, tozlar ve daha adını bilmediğim bir sürü şeyin uzay dediğimiz boşlukta görünmez bir büyük maddi form taşıyıcısı oluyorsa, uzayı neden maddi, biçimsel bir form olarak ele almayalım?

  


SONUÇ ÜZERİNE:

İnsan zihninin birer kavramı olarak ele alındığında zaman kavramı bir metafizik özellik taşımakla kalmıyor, kurgusal (spekülatif) alanın önemli bir kavramı olarak en büyük insan keşfi olduğu anlaşılıyor. Ki yaşamımızı saat dilimleri belirliyor. Zaman döngüsüne önem atfeden Antik Mısır, Zerdüştlük, Hinduizm, Budizm ve Maya uygarlığını da anımsamak gerekiyor. Zaman bir şekilde yaşamımızın merkezinde yer alan, inkâr edilmesi zor bir süreç.

Bu yüzden zaman denen formu merkeze alarak, tapınma ritüelini yerine getiren dinler hep ilgi çekici gelmiştir bana. Yukardaki inanç sistemlerinin yanı sıra Şamanizm’i de burada anımsamakta yarar var.

Astronomi ve matematiğin ele aldığı uzay formu ise tamamen bilimsel, gözlenebilir bir biçim sergilemektedir. Zaman için böyle bir şey söylemek şimdilik mümkün görünmemektedir.

İnsanın dördüncü boyut ve diğer boyut keşfi mümkün olduğunda söz konusu kavramların bir başka biçimde ele alınabileceğini düşünüyorum.  O zaman belki senin dediğin gibi zaman-uzay formları birer metafizik kavram olarak ele alınabilecektir. Ya da zıt argüman olarak zaman-uzay formları maddi bir kimliğe bürünecektir.



 

 

16 Şubat 2024 Cuma

JANİNE



Alber Camus'un Sürgün ve Krallık* kitabının ilk öyküsü olan Aldatan Kadın adlı öyküde rastladım Janine 'ye. Öyle tanıdık geldi ki bana Janine.Sanki kum fırtınasına tutulmuş, çölü aşmaya çalışan bir otobüste ona kaçamak bir bakış atmıştım. O sıra kocası Marcel anlamsızca önüne bakıyordu. Benim üstümde Fransız askeri üniformam vardı. Sonra otobüs yerleşim yerine vardığında, kocası ticaret yaptığı Araplar için, Bunlar kendilerini Tanrı zannediyor, dedi sitemle. Alışveriş bitti. Yorucu bıktırıcı bir gün ertesinde otel penceresinin perdesini koca bir çöl üstüne kapattı Janine. Oda çok soğuktu. Kocası yatağa girer girmez uyudu. Janine onunla karanlıkta seviştiği anları anımsadı. O an bir şey oldu ona. Kendinin kim olduğunu bilemedi. Sahi Janine kimdi? Orada o an ne işi vardı? Ayağa kalktı. Dışarı çıktı. Amaçsız koşmaya başladı. Çöl sessizce onu gözlüyordu. Soluğu tıkanana kadar koştu Janine. Yıldızlar kayıp çöle düşmeye başlamıştı. Gözlerinden yaşlar akıyordu Janine'in. Onu hangi ses çağırdı bilemedi. Belki benim sesimdi onu çağıran. Hani otobüste istekli bakmıştım ona.Alıcı gözlerimi ondan çekmemiştim ya. Neyse Janine koşarak otel odasına geri döndü. Hala ağlıyordu.
Kocası sesine uyandı. Homurdandı. Buna karşılık Janine, 'Bir şey yok, canım,' diyordu,' bir şey yok.'

Sürgün ve Krallık, Albert Camus, çev. Tahsin Yücel, Can yay., 1996

2 Şubat 2024 Cuma

KAYIP AYDINLANMA


Uzun bir süredir bir Kayıp Aydınlanma* peşindeyim. Belli bir nedeni var. Adı üstünde kayıp aydınlanma. Bir kaybın peşine neden düşmeyeyim? Öncelikle Hacettepe Felsefe bölümünde bu aydınlanmanın bilinci yoktu bende. Orta Asya’ya açılan böylesi bir kapının varlığından haberdar değildim. Batı ortaçağını yaşıyorken aydınlanma gelmişti. Batının aydınlanması. İyi peki doğunun aydınlanması var mıydı? Varsa neredeydi şimdi?

Bölümden yaklışık otuz yıl sonra bu aydınlanmanın yokluğunu, önemini daha çok hissetmeye  başladım. Belki bir İslam filozofunun sözünde, bilgisinde, bakışında ipuçlarını yakalıyordum. Örneğin Aristoteles’in akılcılığını sırtına alıyordu biri. Ya da bir başkası Platon’un varlık ve bilgi öğretisini. Yine de bu tadımlık atıştırmalar zihnimi doyurmuyordu. 

Şaşılacak şey, diyordum. Batı düşüncesinden önce Yunan klasikleri farsça, arapça olarak çevrilmiş. Bu çeviri faaliyetlerinde Türk hazerfenler, Nasturi alimler yer almış. Farisiler de. Matematik, felsefe , astronomi, mimarlık, coğrafya, mantık, kütüphanecilik, demir ile kağıt imalatı, müzik, yay, at üreticiliği ve daha birçok alanda, batı düşüncesinden önce ilkleri ortaya koyan yine söz konusu bu doğu aydınlanmasıydı.

Felsefeci Ahmet Arslan’dan işittim Kayıp Aydınlanma adlı kitabı ve yazarı S. Frederıc Starr’ı. Peşine düştüm. Şimdi içinde yolculuklara çıkıyorum. Elime her alışta inanılmaz bir şeyi bütünlüyor zihnim. Diyor ki, akılcılığın önündeki tüm engelleri kaldırmak isteyenlerle tam tersini savunanlar var bu kitapta. Şaşırıyor, bir an sonra bu şaşkınlık yerini hayranlığa bırakıyor.

Biruni, Sicistani, İbn-i Sina, Ravendi, Firdevsi, Rudeki, Farabi, Gazali ve daha birçok filizof, İslam alimi var. Bir aydınlanma resmigeçidi. Heyecan verici. Okudukça notlar alıyorsunuz. Zihniniz de kayıt tutuyor öte yandan.

Kitabı henüz biteremedim. Çünkü bitmesi gerekmiyor. Sindirerek okumak çok önemli burada. Dedim ya, benim için önemli olan aydınlanmanın neden kaybedildiği. Bunun da somut verilerine o çağı kurgusal biçimde içimde yaşayarak tanıklık ediyorum. Doğrudur. Felsefe ile kurgusal alan ayrı şeylerdir. Dinin Aristo akılcılığıyla ele alınması, Aristoteles ile Platon öğretilerinin uzlaştırılması şeklinde kesiştikleri yerler de olmuş. Doğu felsefesi  bir an sonra akılcılığı, felsefeyi dışlayan bir kapalılığa geçiş yapmaya başlıyor. Batı aydınlanmasına kaynaklık eden doğu aydınlanması böylece kaybedilmeye başlanıyor. Dedim ya, şaşkınlık ve hayranlığın at başı gideceği bir okuma öneriyor size bu kitap.    


*S. Frederıck Starr, Kayıp Aydınlanma, Çev.Yusuf Selman İnanç, Kronik Kitap, 12. Baskı