31 Mart 2020 Salı

VERTİGO V



Vertigo 41
Vicdanla cüzdan arasına sıkışmışlığını gizlemene gerek yok! Vicdanla cüzdan arasındaki o uzun mesafeye ne atom ne de tanrılar oturup yükünü hafifletebilir. O uzun mesafe koşusu sana ait. Orada eyleyecek, orada çile çekeceksin. Ya da bildikçe mutluluğu soyunup çıplak kalmayı iş edineceksin.

Vertigo 42
Byung-Chull Han’ın Güzeli Kurtarmak kitabını okurken daha ilk başta şunu not ettim:
‘Anlamdan boşalmış, pürüzsüzün sanatı olan Pop Art, sadece duyguyu hedef alır. Düşünsel, özelinde felsefi bir teklifi yoktur (onun.)’

Vertigo 43
Ezigi Polat’ın Hiçbir Yerin Ortasında adlı öyküsünü okuduğumda anladım.
Hiçbir yerin ortası, imgenin mumunu yakarak karakterleri davet ettiğimiz, ilerisi ve gerisi olmayan yok-zamanın şimdisinde yazıp çizdiğimiz öykü ortamından başka bir şey değil.

Vertigo 44
Şiir, gece gökyüzünü ellerinle tutup sarstığın ve yere teklifsiz düşen ‘yıldız-imge’ den başka bir şey değil. Yıldızda, ışığın içine kaçan karanlık; imgede ise ‘anlam’ gizlidir bu yüzden. Bir tür tamamlama işidir şiir. İnsan eliyle kusurlu olanın dize(ye) getirilerek tamamlanması.


Vertigo 45
Hegel, sanatı görme ve duyma ile sınırlandırmakla hata etmiş. Öyle olsaydı, Bong Jo-ho’ nun Parazit filminde altı sınıfı temsil eden bodrum evi kokusunun günlerce peşim sıra gelmesini, sonra da yağmurlu bir günde o kokunun beni otobüste yakalamasını nasıl açıklayabilirdim?

Vertigo 46
Okullar 16 mart 2020’de kapatıldı. Sırasıyla işyerleri, sosyal alanlar da birkaç gün sonra kapatıldı. Evimizdeki pencereden dışarıyı gözlüyoruz. Gelecek olanı. Korona virüsünü. Tam bu sırada kendini karantinaya almayan eskicinin megafondan yayılan sesini işitiyoruz. ‘Eİskicii.’ Ses bizi sarsıyor. O eski münzevi yaşamlarımız üstüne yeniden düşünmeye zorluyor bizi. 

Vertigo 47
Korona günlerinden birine eski öğrencilerimden Ahmet’in mesajı düştü. Jım Jarmusch’un son filmini öneriyor. Hani bir zombi filmi yapacağım, ama zombi filmi olmayacak dercesine çektiği film. The Dead Don’t Die. Filmin özeti şu. Ölmüş bir ruha sahip olmak için, ille de zombi olmak gerekmez. Yaşayan ölülere bizi çeviren kapitalizmin eleştiri ruhu filmi izlediğim gece benimle sabahladı. Sabaha karşı uykumu bölen çocuk ağlama sesiyle yataktan kalktım ve koridora çıktım. Loş koridorda sallanan bir bedenle yürüyor öte yandan ağzımdan ‘twetter, watsap’ diye sayıklıyordum. İlginç Korona’nın sözünü bile etmiyordum.

Vertigo 48
Tolstoy’un Savaş ve Barış adlı romanında Piyer ile Prens Andrey’in tartışması var. Serfler, mujikler kısacası emekçi kesim üstüne tartışıyorlar. Bu tartışmada ben Piyer tarafındaydım. Kölelik, kölenin ruhundadır ve doğuştan bir yapıdır demeye getiriyordu Prens Andrey. Bu yüzden köleyi köle ruhuyla doğasında bırakmalı.
Bunun bir bakış açısı sorunu olduğunu artık biliyoruz. Sorun o değil. Tolstoy’un gücü bu kısa tartışmaya bir insanlık tarihini sığdırmasıydı. Bir başka şey de vardı orada. Piyer de Andrey de Tolstoy’un kendisiydi. Tolstoy düalist bakışla insan ruhu denen o kuyuya, kendi ruhuna elde fenerle iniyor ve bize bir şey göstermeye çalışıyor.
  

        
    




*Parçalar,  E.M Cioran, çev. Siren İdemen, Metis yay.

VERTİGO IV



Vertigo 31
Gökyüzüne ta çocukluktan beri bakmayı alışkanlık etmişimdir. Hele sabaha karşı gökyüzünü izlediğim o çocukluk günlerimi unutamıyorum. Böyle inanılmaz bir ışıma ve boşluk karşısında aklıma şu geliyor. Sonsuzluğun ne demek olduğunu bilmeden,  insanın ne olduğunu tam olarak bilmek mümkün değildir.

Vertigo 32
Stoacılığımın hükmünün, libidonun uzandığı o çıplak yere kadar geçerli olduğunu her gördüğümde yeniden şaşkınlığa düşüyorum.

Vertigo 33
Cioran: Pesimistliğin gerçeklik olarak sözcüğe dökülmüş hali.

Vertigo 34
İnsanın herhangi bir nedenle insanı öldürdüğüne tanıklık ettikçe, kımıldayan her şeye acımayı bıraktım. Böylece Cioran’ın o yüce sapkınlık dediği çilecilikle yollarımı ayırmış oldum.

Vertigo 35
“İnsan kimin için yazdığını bilmemelidir.”*
Belki de yazar kimin için yazdığını bilmeye başladıkça, çoksatar kitap yazarı olarak anılmaya başlamanın sınırlarından içeri girmiş olur.

Vertigo 36
Var olmak nedir?
Bana bu soruyu unutturan yazara da, anımsatan yazara da köle olmaya hazırım.

Vertigo 37
“Şüpheci miyim? Çileci miyim? Bu soruya, İkisi de, yanıtını vermek isterdim. Ama bu aynı zamanda, Hiçbiri, demek olmuyor mu?

Vertigo 38
Ben de uzun süre müşteriye hizmet eden bir emekçi olduğum için, üstünlük ve egomun tatmini yüzünden hiçbir zaman bahşiş vermedim garsonlara. Demek ki, empatinin zembereği bazen boşalıyor. O zaman insana hizmet etmekten çok eziyet etmeye yarıyor.

Vertigo 39
Çok iğrenç bir düş gördüm. Düşler zaten iğrençtir. Ama iğrenç olmadıklarında bile onlara bir iğrençlik atfetmek için çırpınırız dururuz.

Vertigo 40
Vertigo Taslakları adlı bölüm bittikten sonra ilk gördüğüm düş:
Biri bana nasılsın? Diye soruyor. Ses işitiyorum sadece. Ortada görünür kimse yok! Tam ağzımı açıp İyiyim, ya sen? Diye soracakken kayınım Tarık İyiyim ya sen? Diye yanıtlayıp replik çalıyor. Çok geçmeden yine görünmez bir kayınbaba bu kez ortaya ses olarak atılıyor. İdare eder, diye sesleniyor. Yani soruyu soran da yanıtlayan da başkası oluyor. Nereden böyle? Kahveden, diye yanıt geliyor. Yaşam bir replik çalma oyunu, diye geçiriyorum içimden. Yeni mi anladın? Bu ses yine görünmez özneden geliyor. Uyanana kadar, bir başkasının sesinden sorma-yanıtlama dizisi birbirini izliyor.




*Parçalar,  E.M Cioran, çev. Siren İdemen, Metis yay.

VERTİGO NOTLARI III


Vertigo 21
Ahlakın, insan olarak var olmanın değerini boşa çıkaran Cioran’ın alzhaimerdan ölmesini metaforik  buluyorum. Düşüncenin kendini yok ederek, hiçliğe hizmet eden düşünürü hiçliğe armağan etmesi.  Akıl alır şey değil.

Vertigo 22
Dolu yağmadan önce yağmur vardı. Bardaktan boşanırcasına yağdı.  Altında oturduğum sundurmayı dövmeye başlayan dolu beni kendime getiriyor.  Kısa sürede bulvarı trafik akışı yönünde sel kaplıyor. İnsancıklar olarak böylesi tabloda ne kadar aciz kaldığımızı gördükçe içimden,  ‘İnsan yapar, tanrı bozar,’ sözü yerine, ‘İnsan yapar, doğa bozar,’ demek geliyor.  
       
Vertigo 22
Ne zaman bir sel sonucu ölen insan sayısı gelse, bir atom bir başka atoma dönüşüyormuş gibi doğal karşılıyorum. Ama insan eliyle gelen ölümleri saydırmaya başlayan haberler bende aynı etkiyi bırakmıyor.  Yanılsamalı düşüncenin atomdan öcünü almasını bir türlü sakin karşılayamıyorum bu yüzden.

Vertigo 23
Cİoran haklı. Aşırı hassas ve kırılgan biri, asla çocuk yapmamalı. Ben yaptım. Sonu gelmeyen pişmanlıklar yaşamaya o zaman başladım.

Vertigo 24
Sıkıntının kaynağı yok. Acının ise vardır, diyor üstat Cioran. Bunu derken sıkıntı hiçbir şeydir demeye getiriyor. İki yıl önce annemi yitirdiğimi ancak onun için kazılmış çukura onu indirip,  pamuk yastık üstüne yan yatırdıklarında bunu anladım. Çektiğim sıkıntı değil acıymış. Anladım. Varlığına sarılamayacağımı bilmenin getirdiği acı.

Vertigo 24
İki kişisel gelişim kitabı yazmış biri olarak iyimserlik balonunu epeyce şişirmişliğim var. Yine de Ciora’nın pesimist rüzgarına kendimi bırakmaktan uzak duramıyorum.  Ütopik iyimserliğin, gerçek  olarak ele avuca sığan kötümserliğe yenilişi.

Vertigo 25
Kendinden çok bedenini yüceltmeye bakan şeyler yapanları her gördüğümde, günde kaç kez yelleniyor? Diye soracağım geliyor. İnsan doğası ile sınırlı bir varlıktır. Diyalektik zembereğin er ya da geç yaşamımız adına kopacak olması, bedeni bayraklaştırmayı anlamsız kılıyor.

Vertigo 26
Kendine abartılı özen egonun eksikliğinin her gün ilan edilmesidir.  İnsan mal mülkten soyundukça kendine doğru yürür. Kendi olur. Dışa doğru yönelen aşırı önem, sadece ölümün karşısına konmaya çalışılan şey anlamına gelir ki, ölüm tüm bunları görmeyecek kadar gerçekçi iş görür.

Vertigo 26
İnsan annesini yitirince hiç olduğunu anlıyor. Doğuyor yeniden. Doğumu ancak o zaman gerçekleşiyor. Anne yaşadıkça insan hala kendini karnındaki gibi güvende hissediyor. Ki büyük yanılgı ancak annenin ölümü sonrası fark ediliyor. Anneye, ‘Öldün,’ dememeli bu yüzden. ‘Beni bir kez daha doğurdun,’ denmeli.

Vertigo 27
Turgut Özal Bulvarı’nda yürürken bir üniversite kursu önünden geçiyorum.  Kaldırıma konmuş masa üstünde, zor bir soruyu yanıtlamaya çalışıyor öğretmen. Sorunun zorluğunu öğretmenin kasılmasından, jest-mimiğinden anlıyorum. İşte, diyorum bir zamanlar benim de içine düştüğün o ‘her şeyi bildiğimize dair kibrin’ paramparça ediliş anı. İnsan bilen olarak, bildikleri konusunda çoğu zaman aşırı abartıya kaçıyor. Hayvanlar arasında böylesi abartı sadece insanda vardır. Bu da büyük olasılıkla bir tür çarpıtma yetisi olan hayalcilikten kaynaklanıyor. 

Vertigo 30
Baba ve oğullar olarak gri bir gökyüzü altında yürüyoruz. Sağımızdan, kimi zaman solumuzdan araçlar işliyor. Dört yaşındaki oğlum hemen sağ elimi tutuyor. On yaşındaki ağabeyine sesleniyor. ‘Sen niye babanın elini tutmuyorsun?’ Araya ben giriyorum. ‘Yaşlanınca o zaman elimi tutacak,’ diyorum. Bunu söyledikten sonra koluma giriyor on iki yaşındaki. İnsanın hep sonuca bakan kör yanından kaynaklanıyor bekleyiş, diye geçiriyorum içimden.



*Parçalar,  E.M Cioran, çev. Siren İdemen, Metis yay.

VERTİGO NOTLARI II



Vertigo 11
X parti başkanının, kendi parti tüzüğüne aykırı davrandığını gördükçe, “İçinde bulunduğu sistemin yıkımına katkıda”* bulunduğunu düşünmeden edemiyorum. Öfke böylece beni terk ediyor.
“Zaman varlığı kemirirken öte yandan kendini de kemirir,” diyor Cioran. Bunu anlarım. Ama kendi kendini kemiren varlığı anlamakta zorlanıyorum ben.

Vertigo 12
Descartes ile Kant aklın içine geçip oturdu. Oradan dile geldiler. Onların bu dile gelişlerine fizik-metafizik evren de eşlik etti.

Vertigo 13
Joaguin Phoenix’in efsane Joker yorumunda öforinin beyinsel değil sadece, birtakım çevresel föktörden de süt emip beslendiğini gördüm. Öyle ki, öforinin gündelik yaşamı tiye alırken, evrenin nasıl da ayağımızın altından kayıp gittiğini gördüm. Boşluk hissi. Bu his yeğnide en ağır şey.

Vertigo 14
“İnsan yolunu şaşırmış bir hayvandır ve şüphenin pençesine düştüğünde, eğer ötekiyle savaşmaktan zevk almaz hale gelmişse, bu sefer kendine yönelir ve hiç merhamet etmeden kendine eziyet eder.”*
Ben, ötekiyle savaşmayı çoktan bıraktım. Şimdi tek başıma yürüdüğüm bu yolu ak saçlarımla taçlandırmaya çalışıyorum. Aklık, kendimi nasıl da yiyip bitirdiğime işaret ediyor olsa gerek.

Vertigo 15
“Hükmün ertelenmesini umutsuz bir (iç) sorgulamaya dönüştür(medikçe)* tarihin sonu gelmeyecektir. Ama bak şimdi yargı ertelenmiyor. Tarih bildiğini okumaya devam ediyor.

Vertigo 16
Dostuma kusurunu söyledim.
Artık beni aramıyor.
“Hiçbir dostluk abartılı dürüstlüğü kaldırmaz,”* derken  Cioran haklıymış.

Vertigo 17
Sınırsız hayranlık ancak yaşamda var olmayan bir yazar için mümkün olabilir.  Aksi durumda gün ışığı o hayranlığı kemirip durur. Bu yüzden gün ışığı, yüzleşmek için felsefi bir yol olarak da ele alınabilir.
X adlı yazarın kitap satışını artırmak için çabaladığını gördükçe bunlar aklıma geldi.

Vertigo 18
Raskolnikov’un baltayı kafasına indirmeden önce tefeci kadının, ölümü bir rehine olarak kabul ettiğini düşünmek eğilimindeyim.

Vertigo 19
Ölümlülük düşüncesi gün boyu peşimden geliyor. Sanırım çoğunlukla verili yaşamdan zevk almamam bundan. Odaya girip soyunana kadar beni takip ediyor. Hatta sevgilimle arama girip o da soyunuyor.  Tatmin olduktan sonraki beş saniye.  İşte o zaman ölümün hükmü sürmüyor.  O beş saniyeye ömrümü  sığdırabilir miyim? Şimdi bunun için uğraşıyorum.

Vertigo 20
Tatmin sonrası o kısa süre, evrendeki tüm güç odaklarını boşa çıkardığınız yegâne sürenizdir.



*Parçalar,  E.M Cioran, çev. Siren İdemen, Metis yay.

VERTİGO NOTLARI I


Cioran’ı severim.  Onun Parçalar* adlı kitabını yeni bitirdim. Burukluk, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne gibi kitaplardaki düşüncelerini daha da billurlaştırmış, saflaştırmış sanki.  Özellikle kitabın ‘Vertigo Taslakları’ bölümü en çok sevdiğim yer oldu. Bu taslakları okurken ben de çeşitli notlar aldım. Ferit Edgü kitaplarının insanı yazmaya kışkırttığını bilirim. Çünkü her şeyi söylemez. Burada da benzer bir durum söz konusuydu.  Cioran söz aldığında sessizce dinliyorsunuz. Noktayı koymuyor.  Birden ortalık kısa süren bir sessizliğe bürünüyor. Sonra kafanıza az önce söylenenler üstüne söz alan konuşmalar üşüşüyor. Ben de o konuşmaları yazdım işte.

Vertigo 1

Nereye dönsem mutsuz insanlar. Birileri bir sabah erkenden uyanıp, bu insanların yaşama amacını ellerinden alıyor.

Vertigo 2
‘Yatamayacağım kıza hediye almam,’ diyor bir genç. Yanındakiler de onu destekliyor. Böylece amacı, araca kolay feda eden bu gençlere koca bir gelecek teslim etmek bana korkunç geliyor.

Vertigo 3
‘Babam hapiste, hısımlarımızı arabada taradı,’ dedi öğrencim.
Aradan iki hafta geçmedi gelip beni koridorda buldu. ‘Böyle heyecanlı, sürükleyici bir kitap önerir misiniz?’ dedi.
Ben de Adam Fawer’ın Olasılıksız kitabını önerdim ona.
Belki oradan yola çıkıp, ‘Babamın hasımlarını taramama olasılığı yüzde kaç?’ diye kendine soru sorar. Sonra da olasılığın Tanrı’yı bile yorduğunu fark eder, diye düşündüm.

Vertigo 4
Vicdansızlar arasında, sürekli kanayan bir vicdanla dolaşmak beni bir gün öldürecek.

Vertigo 5
Ev dışında bir yerde oturmuş kitap okuyorum. Birden telefon çalıyor. Oğlum, ‘Baba gel,’ diye ağlıyor telefonun öteki ucunda. Benimle su yüzüne çıkacağını düşünüyor. Benim gün gün suyun altına çekildiğimi aklına getireceği yaşı bekliyorum.  O zamanın işimi bitirececeğini bilerek.

Vertigo 6 
 ‘Uykusuzluk getiren her an, zamana rakip olur,’ diyor Cioran. Böyle ağır bir anı yaşamak istemezdim tercih bana kalsa.  Tercih bana kalmadığına göre o an geldiğinde, varlığın öte yüzü olan hiçlikle göz göze geldiğimi kabul ederdim.

Vertigo 7
“Kendini öldürme yetisi Plinus’a göre, ‘İnsana bahşedilmiş en büyük nimettir.’ Böyle bir istekten ve böyle bir şanstan mahrum olduğu için tanrıya acır.”* Tam bundan söz edecekken, ‘Bıktım artık. Tahammülüm kalmadı. Bak! Yine ayakkabı bağcıklarını bağlamamışsın,’ diye haykırıyor kadın çocuğuna. İnsanın ulvi dertleri de varmış. Böyle aşırı sığ dertleri de.

Vertigo 8
‘Al kitaplarını git,’ diyor. Uzaklığı kastetmiyor, ‘Git!’ dediğinde.  Ortam değiştirmekten söz ediyor. Çünkü o da biliyor zamanımın efendisi olmadığımı. Efendi, köleyi azat ediyor. Köle adımını atar atmaz, prangasının zincir sesleri ortalığa saçılıyor.

Vertigo 9
Yan masadaki kadın lattesini içiyor. Bulvarda trafiğin gürültüsünün fazla olduğu bir saat. Kadın tüm çevreden soyutlanmış, yan oturttuğu telefonunda meyveleri eşleştirip patlatma oyunu oynuyor. Emekli erkeklerin kahvehanesinden geçerken de aynı manzarayı görüyorum. Bu kez ellerinde telefon değil iskambil kâğıtları oluyor. Böyle bir zaman harcama cömertliği ölüme karşı bir tür itiraz gibi geliyor bana. Yaradılışın anlamını boşa çıkarma.

 Vertigo 10
Cioran’ın okuduğum bu kitabı* içimdeki gittikçe kütlesi azalmış kutsallığın son kırıntısını da parçaladı. Kitapta gövde parçalanıyor. Parçalanırken fizik, metafizik tüm her şey de aynı oranda nasibini alıyor bu parçalanmadan. Bir tür yok oluş. Düşüncesizlik, maddesizlik ve inançsızlık hali. Ama o da biliyor maddenin bildiğini okumaya devam ettiğini. 




*Parçalar,  E.M Cioran, çev. Siren İdemen, Metis yay.