1 Kasım 2021 Pazartesi

UYKUSUZLAR ÜSTÜNE SÖYLEŞİ

 

Çemile Cereb: Yaratmadığınız, yazamadığınız dönemler tedirginlik yaşıyor musunuz?

Erkan Tuncay: Evet tedirginlik yaşıyorum. Sadece tedirginlik değil. Genel anlamda yaşam renklerini yitiriyor. Gerginlik de ekleniyor buna.  Sanki varoluşum anlamını yitiriyor. Bu kopukluğu kinik bir felsefi açıklamayla mantıklı hale getirmek olanaklı olmuyor. Çünkü saçmanın içine düşüveriyorum.

En fenası yazar iç sesimi yitirdiğim zamanlarda yaşanıyor. Gerçek yaşam her yönüyle sizi kuşattığında oluyor bu. Bir tür kendini kurmacaya adayamama hali. Susan iç yazar sesi, gerçeklik yüzünden az daha ölecek, soluksuz kalacak duruma geliyor.

Bu bağlamda bir şey daha eklemek istiyorum. Hocam Bilge Karasu’nun sözüdür. “Yiğit yediğiyle, yazar okuduğuyla ayakta kalır.” Okumasız geçen zamanlarımda da aynı yabancılaşmayı yaşadığımı itiraf etmeliyim.  

C.C.: Yazın dünyasında eğitimin yanı sıra usta-çırak ilişkisin gerekli mi?

E.T.: İç görü kazanmak için, yazı atölyeleri açısından soruyorsanız, eğitim neden olmasın?  Yazar Murat Gülsoy’un dediği gibi, sanat eğitimi varsa; romanın, öykünün genel anlamda yaratıcı yazarlık eğitimi neden olmasın? Daha önce farklı düşünsem de en azından öykü, roman kurgusu içine bu tür eğitimlerle sızıvermek, yazar adayının ön öğrenmeleri konusunda birikim sağlayabilir. Eğer bu eğitim almaya hazır olduğunuz bir döneme denk gelirse çok verimli olur. En azından yazın sanatı üzerine derli toplu size bir bakış açısı kazandırır.

Usta-çırak ilişkisine gelince. Benim burada kabul ettiğim tek tür usta-çırak ilişkisi edebiyata yeni bir biçem, ses katan kitaplara yaptığımız çıraklıktır. Bu çıraklık tutkusuna sadık kalarak kurmacanın yanı sıra söylemi keşfetmeyi, bozup yeniden yaratmayı iş ediniyorum.  Örneğin en son yazar John Fowles’e  altı ay boyunca çıraklık ettim. İnanılmaz kaotik bir süreçti. Bir o kadar keyifli. Dış dünyadan pılımı pırtımı toplayıp bu süre içinde Fowles’ın yazı evrenine yerleştim. Hele Fransız Teğmenin Kadını’nı okuması sırasında çıraklığımın doruk noktasına ulaştım diyebilirim.

C.C.: Yerelden evrensele edebiyatın bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.T.: Yerel olsun evrensel olsun edebiyatın geldiği noktayı olumlu değerlendiriyorum. Çünkü artık metinlerarasılık, üst-kurmaca kavramlarının edebiyata dâhil olduğuna tanıklık ettik. Yanı sıra yazarların çeşitli söylem türleriyle tanıştık, tanışıyoruz. Son yıllarda kurmaca- dil ilişkisini daha iyi görebileceğimiz yapıtlar kazandık.

Edebiyatın ‘küçük insanı’ anlatması konusunda epeyce ustalaştığını iddia edebilirim. Bunu yaparken de siyaset felsefesi, etik, ontoloji, estetik açısından da felsefece yeni bakışlar kazandırdığını bile söyleme cesareti gösterebilirim. Bunlar edebiyatın şu anki durumuna iyimser bakmaya yeterli olabilir.

Yerel edebiyat bağlamında bir şey daha söylemek istiyorum. Kulakları çınlasın şair Dolunay Aker’in bu konuya ilişkin söylediği, 1950 kuşağı edebiyatının gölgesini hala üstümüzde hissetmek ayrıca tartışılabilecek bir başka konu olabilir, diye düşünüyorum.


NOT: Bu söyleşi Poesis dergisinin 4.sayısında yayınlanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder