Çemile Cereb: Yaratmadığınız, yazamadığınız dönemler
tedirginlik yaşıyor musunuz?
Erkan Tuncay: Evet tedirginlik yaşıyorum. Sadece tedirginlik
değil. Genel anlamda yaşam renklerini yitiriyor. Gerginlik de ekleniyor
buna. Sanki varoluşum anlamını
yitiriyor. Bu kopukluğu kinik bir felsefi açıklamayla mantıklı hale getirmek olanaklı
olmuyor. Çünkü saçmanın içine düşüveriyorum.
En fenası yazar iç sesimi yitirdiğim zamanlarda
yaşanıyor. Gerçek yaşam her yönüyle sizi kuşattığında oluyor bu. Bir tür
kendini kurmacaya adayamama hali. Susan iç yazar sesi, gerçeklik yüzünden az
daha ölecek, soluksuz kalacak duruma geliyor.
Bu bağlamda bir şey daha eklemek istiyorum. Hocam
Bilge Karasu’nun sözüdür. “Yiğit yediğiyle, yazar okuduğuyla ayakta kalır.”
Okumasız geçen zamanlarımda da aynı yabancılaşmayı yaşadığımı itiraf etmeliyim.
C.C.: Yazın dünyasında eğitimin yanı sıra usta-çırak
ilişkisin gerekli mi?
E.T.: İç görü kazanmak için, yazı atölyeleri açısından
soruyorsanız, eğitim neden olmasın?
Yazar Murat Gülsoy’un dediği gibi, sanat eğitimi varsa; romanın, öykünün
genel anlamda yaratıcı yazarlık eğitimi neden olmasın? Daha önce farklı
düşünsem de en azından öykü, roman kurgusu içine bu tür eğitimlerle sızıvermek,
yazar adayının ön öğrenmeleri konusunda birikim sağlayabilir. Eğer bu eğitim almaya
hazır olduğunuz bir döneme denk gelirse çok verimli olur. En azından yazın
sanatı üzerine derli toplu size bir bakış açısı kazandırır.
Usta-çırak ilişkisine gelince. Benim burada kabul
ettiğim tek tür usta-çırak ilişkisi edebiyata yeni bir biçem, ses katan
kitaplara yaptığımız çıraklıktır. Bu çıraklık tutkusuna sadık kalarak kurmacanın
yanı sıra söylemi keşfetmeyi, bozup yeniden yaratmayı iş ediniyorum. Örneğin en son yazar John Fowles’e altı ay boyunca çıraklık ettim. İnanılmaz
kaotik bir süreçti. Bir o kadar keyifli. Dış dünyadan pılımı pırtımı toplayıp bu
süre içinde Fowles’ın yazı evrenine yerleştim. Hele Fransız Teğmenin Kadını’nı okuması sırasında çıraklığımın doruk
noktasına ulaştım diyebilirim.
C.C.: Yerelden evrensele edebiyatın bugün geldiği
noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
E.T.: Yerel olsun evrensel olsun edebiyatın geldiği
noktayı olumlu değerlendiriyorum. Çünkü artık metinlerarasılık, üst-kurmaca
kavramlarının edebiyata dâhil olduğuna tanıklık ettik. Yanı sıra yazarların
çeşitli söylem türleriyle tanıştık, tanışıyoruz. Son yıllarda kurmaca- dil
ilişkisini daha iyi görebileceğimiz yapıtlar kazandık.
Edebiyatın ‘küçük insanı’ anlatması konusunda epeyce
ustalaştığını iddia edebilirim. Bunu yaparken de siyaset felsefesi, etik,
ontoloji, estetik açısından da felsefece yeni bakışlar kazandırdığını bile
söyleme cesareti gösterebilirim. Bunlar edebiyatın şu anki durumuna iyimser
bakmaya yeterli olabilir.
Yerel edebiyat bağlamında bir şey daha söylemek
istiyorum. Kulakları çınlasın şair Dolunay Aker’in bu konuya ilişkin söylediği,
1950 kuşağı edebiyatının gölgesini hala üstümüzde
hissetmek ayrıca tartışılabilecek bir başka konu olabilir, diye
düşünüyorum.
NOT: Bu söyleşi Poesis dergisinin 4.sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder