SÖYLEŞİ:
ŞEHMUS AKA
Şehmus Aka: Zamanının neredeyse hepsini düşünerek geçiren
birini ele alalım. Doğal olarak bu kişinin elinde düşüncelerden başka bir şey
yoktu. Yani gerçekle olan etkileşimi yoktur. O zaman gerçeğe ulaşmak için
düşünmeyi bırakmalı mıyız?
Varoluşsal boşluk bizi buna sürüklemiyor mu zaten?
Erkan Tuncay: Düşünce temelinde gerçeklik var. Ne yaparsak
yapalım düşsel gerçeklik önü sonu gerçeğe değer. Gerçek artık düşün somut
halidir. Düşünce eylemi bırakılamaz. Eğer ki kişilik parçası olmuşsa hele.
Şehmus Aka: Hangisi hangisinin ürünü peki? Gerçeklikle mi
düşünürüz? Yoksa düşünceyle mi gerçekliğe ulaşırız?
Erkan Tuncay: Düşünceden önce gereklik var. Düşünce gerçekliğe
geliyor. Yetmiyor onu kavramaya, temsil etmeye çalışıyor. Akılda bu şekilde
şemalar halinde gerçekliği temsil ediyoruz. Ama elbette insanın hayal gücü,
düşü gerçeğe büründürür ki bu da artık öznenin kendi kişisel gelişimiyle ilgili
bir durum olur.
Ş. A. : Bu durum bence önemli.
E. T.: Aynen. Bireyin, gerçeklikten aldığı esinle, motivasyonu
düştür bu yüzden.
Ş. A.: Söz konusu olan, düşün gerçeğe dönüşmesi, kişinin
kendi idealar dünyasından kaynaklı mıdır?
E. T.: Hayır bizim kendi ideallerimizden kaynaklı. Yani yaşamın
oynadığı satranç hamlesine karşılık verdiğimiz tepki olarak da ele alınabilir.
Platon’un bir evren ötesi masalı olarak değil.
Ş. A.: Anladım. Peki, felsefede veya psikolojide varoluşsal
boşluk nasıl açıklanıyor?
E.T.: Psikolojide kimi kişilik kuramları; benlik
silikleştikçe, kendini gerçeklik alanında göstermedikçe, kendilik yitirilince felsefi
anlamda varoluşşal boşluğun başladığına işaret ederler. O zaman benlik dediğin
şey ile anlam(lar)ın bağı kopar. Boşluk başlar. Buna içsel yabancılaşma da diyebiliriz.
Artık ‘Ben kimim?’ sorusunun yanıtı yoktur.
Ş. A.: O zaman, özne bunun cevabını bulamayacak.
E. T: Bulana kadarki süreye varoluşsal boşluk deniyor. Yoksa
parmağınızı kavrayan bir bebeğin boşluğa anlamı getirdiği de olur. Ben bu
konuda o kadar karamsar değilim. Elbette zaman dediğimiz o devinim içinde
elbette anlam özneye gelir. Bu durum ancak gerçeklikle bağını koparmayan kişiler
için söz konusu olur.
Ş. A.: Anladım. Peki, söz konusu anlamsal boşluk yaşayan
birine sağlıklı bir birey diyemiyoruz öyle değil mi?
E. T.: Sağlık göreceli bir kavram olur burada. Tarihsel ve
toplumsal algılarla ilgili değişkenlik gösteren bir kavram olur. Yanı sıra
öznelerin yaşadığı varoluşsal boşluğun derinliği açısından da bakılınca sağlık
dediğimiz kavramın özneye uygunluğundan söz edilebilir ancak.
Ş. A.: Size göre sağlık nasıl bir kavramsal anlam kuşanır?
E. T.: Beden sağlığı yerinde olan ama psikolojik sağlığı
henüz yerinde olmayan bir bireyi düşünelim. O zaman sağlık, ben ile iç ben
arasındaki mesafeyle ilişkili bir durum olur.
Ş. A.: Aslında durum şöyle değil mi hocam? Bu kişi dış
çevreden gördüğü her şeyi yine çevresi tarafından oluşmuş olan bilinçaltıyla
değerlendiriyor. Bu da onu sürekli bir döngüye, yani boşluğa itiyor.
E. T.: Bilinç ile birlikte doğrudan bilinçaltı devrede
olabilir. Çıkış mümkün her zaman. Ama her çıkışın yeni bir düşüşü müjdelediği
de varsayılabilir.
Ş. A.: Ve şey hissi var mesela. Çevredeki insanlar kendisine
kötü olduğunu söylemesine rağmen birey tek doğrunun kendi düşünceleri olduğunu sanıyor.
E. T.: Doğrudur genellikle dünyaya benmerkezci baktığımız
olur bizim.
Ş. A.: Bu durum bence bir kırılma noktası gibi. Yani gerçekliğin
bükülmesi gibi bir durum yaratıyor.
E. T.: Belki de doğrudur. Kişinin zihinsel çalışma
tezgahında, gerçekten de gerçeklik bükülür. Bambaşka bir şeye dönüşebilir. Yine
de önemli çıkış noktasına, gerçeğe, yeniden dönebilmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder