DEPREM II
Kendime ait yaşamın sınırları neresidir? Minimalist bir
yaşam daha çok mutluluk getirmez mi? Kırk yıllık emeğimizi bağladığımız ev kırk
üç saniyede elimizden kayıverdi. Üstelik sigortamız da yok. Canımızı kurtarmayı
en büyük kazanç sayıyoruz. Ayaş’tan kakıp Adana ‘ya döndüm. Dönüş yolu
hüzünlüdür. Eğer başınızı sokacak bir yeriniz kalmamışsa geride. İçinizi bir
yalnızlık kaplar. Size ait bir ev değil, artık bir oda bile yoktur. Felsefe
dersi anlatmaya başladım. Sözcükler üzerinden yaralar sarmaya çalıştım. Sonra
kitap okumaya başladım. Yuval Noah Hararı’nin Sapiens adlı kitabının sonunda Sapiens türü için ayrılık çanlarının
çaldığını ifade eden sorular vardı. İnsan makine tür olarak nereye
yerleşebilecekti? Gidiş nereyeydi? Sonra Osamu Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken adlı kitabını okumaya başladım. İpeksi bir
anlatım gibi akıyordu tümceler. Ses tınısı öyleydi. Sesleniş de. Ama o anlatım,
seçili sözcükler iç kanatıyordu. Öyle gerçekçiydi ki… “Utanç dolu bir hayat
yaşadım,” diye başlıyordu kitap. O utanmanın ufkunda gezmeye başlıyordunuz.
Oldum olası Japon edebiyatını severdim. Tanışıklığım üniversitede
öğrenciyken Yasanuri Kavabata ile
başladı. Kazuo Ishiguro sonra Haruki Murakami ile devam etti. Özellikle Haruki
Murakami en çok etkilendiğim yazar olmuştur. Osamu Dazai’yi de okurken Japonların
yaşama farklı bakışının edebiyatına hayranlığım daha da arttı. Deprem sonrası
yaralarımı sararken bu iki kitap çok büyük destek sağladılar.
Okumak çaresizliğime bir parça ışık düşürdü diyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder