Sayın Editör,
Bu kez mektubu sabah yazıyorum size. Oğlumu az önce okuluna
bıraktım. O uyanmadan önce yarım saatim var. Ben de Kitabı Mukaddesi elime aldım. Okumaya başladım. Nuh tufanına kadar
geldim Tevratta. Yaşar Kemal’den
okumuştum. Ne zaman şiirsel yazmak istersem Kur’an, İncil okuyorum, diye. Benim
okumamın nedeni şiirsellik değil. Leyla Erbil’in Hallaç adlı öyküsünde geçen bella, balak, bella cohen kelimeleri
yüzünden. Bu söyleyişler beni hem Kitabı
Mukaddese götürüyor hem de James Joyce’ın Ulysses adlı yapıtında geçen Bella Cohen’e. Okudum yarım saat
boyunca kutsal kitabı. Kitabın girişinde bir yerde şöyle yazıyor. “Hanok Allah
ile yürüdü, gözden kayboldu; çünkü onu Allah aldı.”
Sonra oğlumu uyandırma saati geldi. Uyandırdım. Yüzünü
yıkadı, giyinmeye başladı. Kahvaltısını kurdum. Oturdu masa başına. Ama dili
açıldı anlatmaya başladı. Ben aslında bir kahraman olmak istiyorum, dedi Sayın Editör. Şöyle kollarımda füzelerim. Arkamda da her an ateşlemeye hazır
füzelerim. Bir de uzaya kadar çıkabilecek bir gücüm olsun. Korumalı. Demir Adam
ancak gökyüzüne çıkabiliyor. Soğukluğa dayanamıyor. Ama ben dayanacağım. İşte
öyle benim çocuğun hayal gücü. Daha ne kadar şey anlattı. Garip geldi bana.
Işınlanma. Yok olma. Birden ortaya çıkma anlatısı. Ama az önce alıntıladığım
kutsal metinde de aynı şey vardı. Bazen bazıları bu dünyadan kayboluyor. Allah
onları alıyor. Aynen böyle yazıyor. Düşle, gerçek işte. Çocuğun dilinde saçma.
Ama bir kitapta yazınca ‘gerçek’ oluveriyor.
Neyse nereden nereye geldim. Bu mektupta da sözü kendi öykü
dosyama getireceğim. Çok oldu göndereli size. Siz de haberleşmek üzere,
demiştiniz. Ama bunca zaman bir haber çıkmadı sizden. Sessizliğinizi kötüye
yorumladım. Ama benim yorumum bu. Ya sizin? Lütfedip dosyam hakkında birkaç
şey söyleseniz, beni ne kadar çok mutlu edersiniz bilseniz.
Kolay gelsin.
Kitapsız bir yazar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder