28 Nisan 2024 Pazar

VAROLUŞÇU FEMİNİST YAZIN

 

Öteki kitapların arasında boynu bükük duruyordu. Ne zaman aldığımı anımsamıyorum. Okunmaması benim için bir büyük vicdan meselesi. Çünkü kitabın çevirmeni hocam Bilge Karasu’ydu. Elime geçer geçmez, daha ilk satırda metin soluk almaya, yaşamaya başladı. O güne kadar karanlık içindeydi metin.

Elime aldığım kitabın adı Sessiz Bir Ölüm*. Yazarı da Simone de Beauvoir. Yazar kitapta annesini anlatıyor. Annesinin yaşamını varoluşçuluk açısından mercek altına alıyor. Kitapta altını çizdiğim yer ve en sevdiğim yer şurası oldu:

“Çocukluğunda, bedeni, gönlü, kafası ilkelerle yasaklardan örülü bir koşumun içine sıkıştırılmıştı. Kolonlarını, kendi eliyle çekip iyice sıkması belletilmişti ona. Kanlı canlı, ateşli bir kadının varlığı sürüp gidiyordu içinde: Ama eciş bücüş, sakatlanmış, kendine yabancı kesilmiş bir varlıktı bu.”(s.50)

Varoluşsal açıdan annesinin yaşamı titizlikle kaleme alınmış demiştim. Yukarıdaki paragraf bu görüşümü destekliyor.

Alıntıladığım bu paragrafı okuyunca elden kaçmış yaşamlar usuma geldi. Bir çocuğun yaşamı nasıl kötürümleştirilir o da.

Annenin içindeki yaşanmamışlıkla, o yaşamalara engel olan yanın çatışması gözlerimizin önüne seriliyor. Varoluş açısından kendini gerçekleştirememiş ve sessizce ölümle sonlanmış bir yaşamdı söz konusu olan. Onun için kitabın adının Sessiz Bir Ölüm olması gayet anlamlıydı.

Bu açıdan bakıldığında eğitimin önemli bir işlevi açığa çıkmış oluyor. Yasaklarla kötürümleştirilmiş iç dünyanın özgür iradesinin iadesi için çabalamak. Öğretmen ve ders içerikleri o özgür iradenin yaralarını sarmaya, ona yeniden kanatlanma cesareti vermeyi erek edinmelidir.

Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı kitabında önemli bir ayrıntı dikkatimi çekmişti. Kadın yazarın özgür iradesinin gerçekleşmesi, kendine yazı yazacak bir alan(oda) açmasına bağlıydı. Aynı güçlü feminst argüman burada da farklı biçimde karşımıza çıkıyor. Kadının özgür iradesi, kafasında sıkı sıkıya yer alan (topluma veya anne babasına ait) ilke ve yasaklardan kurtularak, kendiyle yüzleşerek gerçekleşebilirdi.

Kitabın çevrisiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Kitabın duru, arı Türkçesinden bazı örnekler şunlar.

“Geçenek, peklik, devinimle sağaltma, erem, sağaltma uzmanı, almaç, elektrik üretme aygıtı, kan çözümlemeleri, anılama, aşağısama, erkinlik, berkitme, erk, anıklık, belletmek.”

Bilge Karasu çevirisi size Türkçenin o eşsiz dil lezzetini sunuyor.

 

 

*Simone de Beauvoir, Sessiz Bir Ölüm, çev. Bilge Karasu, İmge yay, Mart/2019,126 s.



9 Nisan 2024 Salı

LOSER (Ezik, Kaybeden)


Ben hasta bir adamım… Ben kötü bir adamım. Tipsiz bir adamım ben.
Diye başlıyor Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar adlı kitabı.

Sonra okuru en az altmış sayfa boyunca içine almayan bir roman ortaya çıkıyor. Kime sorsam aynı şeyi söylüyor. Diyorlar ki, Dosteyevski’nin en kötü romanı bu. Ben öyle düşünmüyorum. Çünkü Dosteyevski’nin bunu bilerek yaptığını düşünüyorum. Okuru içine almayan, direkt okurun kişiliğine oynayan bir roman yazmış Dosteyevski.

Neden mi? Dikkat edin lütfen    ilk cümlelere! İlk seslenişe. Ben hasta bir adamım!  Bu söyleyişi şu anlama geliyor. Bundan sonra benim yaşayacağım ve söyleyeceklerimde mantı aramayın! Çünkü benim kusurum belli. Evet, aynen öyle söylüyor kitaptaki adsız karakterimiz.

Kötü bir adamım sonraki mottosu onun. O zaman hemen şurada soteye yatmak gerekir okur olarak. Acaba kötülük ile iyiliğin çarpışacağı bir yer mi olacak bu kitap? Aynen öyle oluyor. Öyle ki, bizim yaşımızın getirdiği iyi tanımı, karakterin kötülük tanımının yanında savunmasız ve masum kalıyor.

Bu yüzden şunu açıkça ifade edebilirim ki, Yeraltı kitabı okuru öyle açıkça içine alan bir kitap değil.  Öncelikle okurun sabrını  işe koşması gerekiyor. Yoksa karakterimizin yeraltına inmesi kolay iş değil. Yenilir yutulur lokma değil bu karakter ve yaşadıkları.

Öyle ya, kitabın girişindeki üçüncü ipucuyla  devam edebiliriz kitap içinde gezinmeye. Ben tipsiz bir adamım. Sanki bundan sonra gelecek argüman için bu tipsiz olma durumu bir dayanak sunmaktadır. Argüman aynen şu. Kötü mü olmak, kahraman mı olmak gerekir?

Şakkadak karakterimizin buna da cevabı hazır. Kötü olmak, iyi olmaktan daha iyidir!  Şimdi sağınızda solunuzda kime sorsanız kahraman olmanın gerekli olduğunu dile getirecektir. Bu da Marvel dünyasının kahraman algısının bizdeki etkileri olsa gerek. Oysa yazarın roman karakteri, Ben kötülüğü seçiyorum, diyerek bizi ters köşeye yatıracaktır.  

Offff, böyle kitap olmaz ki? Diye sızlanmaya başlıyor, ardından kitabı okumamak için bahane uydurmaya başlıyorsunuz. Hele sonunun hiç anlamadım, diyen birçok kişiyle de karşılaşırsanız hiç şaşırmayın. Dostoyevski size bu kitapla elbette bir bayram şekeri uzatmayacaktır. Aksine okudukça kitabın sizi yeraltınıza itiverebileceği bir sınırda tutacağını sonra fark edeceksiniz. 

Kendiyle kim yüzleşmek ister ki? Zor tabi. Biz kendi kişisel efsanemizle öyle mutluyuz ki? Ne hacet şimdi kendi iç derinliklerime, iç engellerime inmeye? Dediğinizi duyar gibiyim. Ama maalesef Dostoyevski’nin yazarlık dünyasında böyle bir seçeneğiniz yok.

Dosteyevski'nin karekterleri ezik, anti-kahraman ve hastalıklı tiplerdir. Bu açıdan bakıldığında yazarın yazı dünyası büyük bir psikolojik laboratuvar gibidir. Okudukça bunu fark eder ve kendinize orada bir yer seçersiniz. Aslında Dosteyevski insanı, içini anlatır. Bunca sağlam ve değerli gözlem sayesinde büyük yazarlar kanonuna dahil edilir.

Gel gelelim kitap okudukça, sizi yer altınıza doğru yola çıkararak kendinizle yüzleştirir (Varoluşsal biçimde). Sonra da iç engellerinizi kabul ederek sokağa dönmenizi sağlar (Psikoterapi). Benim yeraltım ve iç engellerim, yani kaynayan bilinçaltı kazanım bakın nasıl bir savruluş yarattı bende.

Geçenlerde günümüz gençleriyle bir cenke tutuştum. Düşünce cenkine. Dedim ki onlara, sınıfsız bir toplum düşleyebilir miyiz? En azından sınıflar arası uçurumun çokça az olduğu bir toplum. Yanıt hızlı geldi onlardan.

Adı üstünde ancak düşlersiniz, dediler. Buna gerek yok üstelik. Nasıl olsa biz yükselmeyi iş edineceğiz. O üst tabakaya çıkınca, dönüp geriye (yani size) bakacağız.

Biz eziklere, (Dikkat edin Dosteyevski konuşuyor!) oradan bakmak onları mutlu edecekti. Ama unuttukları bir şey vardı. Kitaptaki karakter gibi dünün eziğiydi onlar. Şimdi kalkmış beni ezik ilan etmelerine sıra geliyor. Ve ancak üst tabakaya boyunlarındaki zincirle çıkabileceklerini unutmuşlardı ne yazık ki…

İşte Yeraltı romanının bende düşündürdükleri.

Kim bilir sizin iç dünyanızda, ne büyük gedikler açacaktır kitap.


 

2 Nisan 2024 Salı

LİSELİLER FELSEFE KONUŞUYOR


Afiş Tasarımı: İbrahim KADAK




Bu etkinliğe ev sahipliği yapmak heyecan verici. Çok önceden düşündüğümüz bir etkinlikti. Ama depremin yaralarını sarmaya çalışırken ona zaman kalmadı.
Şimdi tam zamanı, deyip yola koyulduk. 

Etkinliğin başlığından da anlaşılacağı gibi, amacımız odağımıza aldığımız kitaba felsefece bakmak. Edebiyatta felsefi problemler aramak, kitabın edebiyat zevkini hiç engellemeyecek aksine daha da çoğaltacaktır. Çünkü eğer yazarın çıkış noktası gerçeklik dünyası ve onun dayattığı felsefi problemler ise, Yer Altından Notlar'a felsefece bakmak yerinde bir tercih olacaktır.

Amaçlarımız arasında lise çağındaki gençlerin felsefeye ilgisini artırmak. Sadece bu değil elbette. Onların bir konuya felsefece bakma becerilerini geliştirmek. Ayrıca yeni ve farklı fikirlerini ortaya koyabilecekleri bir ortam sunmak, kendini ifade etme becerisinin de gelişimi anlamına gelecektir.

Etkinliğe Çukurova'da bulunan altı okul katılıyor. Gelecek yıllarda ana amacımız bu etkinliklerin daha çok okula ulaşmasını sağlamak olacak.

Günümüzde gençlere tablet, telefon, bilgisayar oyunları dışında bu etkinlikle bir seçenek sunmak istedik.

Söz konusu heyecanı benimle paylaşan altı okul öğrencilerini ve danışman öğretmenlerini şimdiden kutlarım.

İnsan haklarının gelişmiş olduğu, adaletli, sınıflararası uçurumun olmadığı insana yaraşır toplumsal yapılar kurmak,  yaşamımızda felsefeye daha çok yer açmakla olanaklı olacaktır. Bu açıdan bakınca etkinliğin nasıl da önemli bir işlev üstlendiği açıkça görülecektir.