21 Haziran 2022 Salı

KURMACA METİN(ÖYKÜ) SEMİNERİ* ARDINDAN ARTAKALAN DÜŞÜNCE PARÇACIKLARI



 

Edebiyat ve Yazma Yolculuğu

Benim için edebiyat kurguyla ilişkili daha çok. Kendinden kaçma, verili değerlerden ve dış gerçekliklerden kaçmanın en güzel yolu. Bunun deyim yerindeyse bağımlısıyım. Kurgu olmadan yaşamım ne olurdu? Belki kendimi ifade edemeyecektim. Belki de içsel yalnızlığım bunca katlanılabilir olmayacaktı. İçimdeki Gregor Samsa’ya yol açamayacaktım.

Edebiyat özelinde kurgu benim için bir iletişim aracı. Kusursuz ve kalıcı. Beyin uçlarında kökleşen. Düş gücüme enerji veren bir alan. Gerçekliğe uyduramadığım yaşantı durumlarımda, somutlaşmamış düşleri sanki yaşamış gibi hissetmemi sağlayan bir alan.

Şu anın ve seçimlerinin sorumlulukları ve ruhsal baskısından bir kurtuluş yolu.

Yıllar önce yazmaya başladım. 1995’te yayınlanmaya değer şeyler yazdığımı gördüğümde ve yayınlattığımda daha farklı bir düzeyde sürdürdüm yazıyla ilişkimi. Bu döneme artık neyi nasıl yazmayacağımı öğrenme dönemi diyelim. Ya da yazdığım türün ne demek olduğunu öğrenme süreci.

 

“Kalabalık bir ailede iletişimsiz büyüdüm. Klasik aile ilgisizliği mi? Bilmiyorum. Eksiklik hissetmeden, baskı altında kalmadan özgürce hissettiğim dil ve yazma işliğini belki bu yüzden seçtim.”

 

Kurmaca Metinlerin Doğası

Kurmaca metinlerin en güçlü yanı, kesinliğin o duygudan arınık kıyısından uzaklaştırması. Aklın kavrama yetileriyle bir başımıza bırakmaması. Çoklu son, olasılık ve karar. Yazar elinden çıkmış olsa da, sanki yaşamımızın elimizde olduğu duygusunu bir anlık da olsa vermesi kurmacanın en güçlü yanı. Gerçek, daha fazla acıtıcıdır. Spinoza’nın dediği şuydu. Seçimlerimiz özgür irademiz sonucu değildir. Nedensel zincirin sadece bir parçasıdır. Bunu sürekli anımsayarak geçecek bir yaşam elbette katlanılmaz olurdu. Kurmaca kanımca bu gerçeğin çok ötesine taşıyor özneyi. Bir anlık da olsa, ipler sanki elimizdeymiş gibi hissettirmeyi sağlıyor.

 

“ Kurmaca yazmak, sıradan bir varlık dünyası ayrıntısını güzellik katına çıkarma işidir.”

 

Kurmaca Metinlerde Özgünlük

Her yazının coğrafyası farklı. Hele iklimi daha çok. Böyle olunca coğrafyayı, iklimi ve karakterleri belirleyebildiğiniz bu sınırsız özgürlük alanında koştururken, yazarın alttan alta akan bir ses verdiğini işitirsiniz. Bu sanki o coğrafyaya giriş biletinizdir. Ses, devinim ve yaşam başkaca soluk alıyordur. Bunun da benzeri olmayacaktır. Taklidi olanaksızdır. O ses öyle tanıdık gelir ki yazarın bir başka metninde, hangi coğrafyada, hangi dilde hangi karakterin konuştuğunu hemen anlarsınız.

“Kendi yazdığım öyküleri yayınlatamıyorum. Ancak bilindik bir yazarın adıyla bu öyküler bir yayıncı buluyor.”

 

Öykücünün Yapması Gerekenler

Yaşam ayrıntılarını sanatın katına, anlatı estetiğine taşıması. Sıradan yaşamlarımızda o ayrıntıların aslında ne anlama geldiğini bize göstermesi. Anlattıklarını gerçekten olmuş, ya da olacakmış gibi bize inandırması. Böyle olunca kandırılmadığımız farkına bile varmayız. İlerledikçe aslında bir kurgu yalanının içinde olduğumuzun farkına bile varmayız. Okuma bitince az önce gördüğümüz düşün bir kitap boyutunda olduğunu ancak o kitabı kitaplık rafına koyduğumuzda fark eder ve irkiliriz. Ne yani az önce gördüğüm gerçek değil miydi? İşte o irkilme, kendine gelme yani gerçeğe dönme anına kadarki anı öykücünün tasarlaması gerekir. Ustalıkla. Belki de öykü yazarı sırf bu yüzden bir zaman kurgulama ustasıdır.

“Gözlem yap. Yeniden gözlem yap. Bir daha gözlem yap. Az önce eski şaibeli site yöneticisinden aldığın telefonu düşün. İlkinde açmadın. İki gün geçti. Yeniden aradı seni. Kendi koltuğundan devrilmesi için her şeyi yapan birini yaklaşan seçimde desteklemeni istiyor. Seslere karşı da kulakların açık olsun.”

 

İyi Öykü Yazmak

Bir esrime hali demeliyim buna. O esrimeyi, esrime anını yakaladığınızda iyi öykü yazabiliyorsunuz. Ham haliyle öyküyü bırakma ustalığına, yani az hatayla yazma ustalığına, eriştiğinizde iyi bir öykücü oluyorsunuz. Çok işçilik bir bakıma doğallığın önüne geçebiliyor. Yapıntı daha somurtkan kalakalıyor. Birden gelmeli iyi öykü fikri. Bir tanıklıktan sonra belki yazarın zihninde günlerce kendini biriktirmeli. Sonra birden gelebilmeli. Yani somutlaşmalı. Kelimeyi sırtına kuşanmalı o zaman ses, görüntü ve düşler.

“Ne yaparsan yap ‘iyi’ dediğin öykü zamanla daha bir üst ‘İyi’ye götürür seni. Yani ‘iyi öykü’ aslında yoktur. O sadece bir ideadır. Ütopyadır. Sadece iyi öykü yazabilmek olanağı vardır.”

 

Yazma Sebepleri ve İlham Üzerine

Gerçeklikten akıp gelen tüm yaşantı kırıntıları, evreni oluşturan her şey, iç ses dediğim yazar tezgâhında yaşamaya başlar. Bunu tetikleyen şey bazen yazardan bazen yazar dışında bir nedenden kaynaklanır. Dolayısıyla iç dünya ile dış dünya birbirini etkilemeye ve birbirinde var olmaya başlar.

Bunun için içsel bir yabancılaşma anı, dışsal bir ses, görüntü veya bir eylem yeterlidir.

“Geride bırakmak için bile yazılabilir. Yalnız kalabilmek için. Sessizliğe tapmak için. Tapınırken mırıltıları işitmek için. Apaçık o mırıltılardır ki seni bir metne götürür. Sayıklamalar da diyebiliriz. Düş ile gerçek arasındaki o ince çizgide kalmaların.”

 

 

Öyküde Anlatıcı Ve Bakış Açısı

Anlatanın baktığı yerden bakarız öyküye. Yazarın bu konuda ilk söylediği şey, ‘Bak, benim baktığım yerden bak,’ olur. Böylece karakterin gözünden(aslında o yazarın gözüdür) bakmaya başlarız. Soluk alışımızı o karakter belirler. Elimizi neye uzatacağımızı o karakter gösterir bize. Bu yazma büyüsü dedikleri şey olabilir. Bizi birileri anlattıklarıyla büyüler ve başka biri gibi hissetmeye, yaşamaya başlarız. İntihar etmiyorsak bu bir parça kurgu sayesindedir. Hep bir başkası olabileceğimize, bir başkasının yaşamını yaşayacağımıza ilişkin bir simülasyon yaratır kurgu.

 

“Sen orada oturmuş kendi yaşamını yönettiğini zannediyorsun. Ben burada oturmuş sınırsız bir coğrafyada, karakterlerin kendi hayatlarının iplerini ellerine almalarını bekliyorum. Büyük bir keyif ve esrimeyle.”

 

Öykünün Dili

Şeyler dünyasının ötesinde bir alan açıyor anlatım diliyle öykücü. Burada daha önce de kullandığım yazının metafiziği(üst kurmaca) dediğim bir alan açılıyor. Bu, yazarın düş ve anlamdan oluşmuş soyut dünyasıdır. Verili gerçek karşısına kendi karakterleri, dili ve biçemiyle yazarın kendi dünyası vardır artık. Coğrafyanın, zamanın dile geldiği yerdir orası.

 

“Yeniden var olsaydım bir öykünün dili olurdum. Çünkü ne zaman neyi anlatacağımı bilemezdim. İlk elde gerçeğin yerine kurguyu koyarak zaten işe başlamış olurdum. Bu metafor zamanla dil aracılığıyla bir imgeye, düşe dönüşmüş olurdu.”

 

Öyküde Çatışma

Daha çok içsel çatışmaları vermeyi seviyorum. Tüm çatışmaların nihai çözüm yeri içsel çatışmadır. Dolayısıyla içsel çatışma öteki tüm çatışmaları kaplar. Tanrılar bile evreni yaratırken böylesi bir içsel çatışmayı yaşamıştır. İnsan da kendi sınırlı evrenini yaratırken bu içsel çatışmadan payını alır. Zamanla bu çatışmalar dile gelir. Zıt iki kutup bir birini nasıl iterse, burada da ikili durum sürekli bir sürtüşme halindedir. Gerilimi hisseder, yaşarız. Sonra mutlaka bir yol bulacaktır bu çatışma. Ya okurun kafasında ya da yazarın dil evreninde.

“Yaz, kış. Sıcak, soğuk. Gece, gündüz. Serinkanlı, soğukkanlı. İkilik üzerine yüceliyor insan yaşamı. Bu bir tür diyalektik süreç. Bu diyalektik sürecin doğumudur (sentez) öykü. Özü de çatışmadan gelir.”

 

Öyküde Tema

Çerçeve tema bir mağazanın vitrini gibidir. Süslüdür. Albenilidir. Dikkat çeker. Ama sadece içeriye girmeniz için vardır o. Yoksa mağazanın içiyle ilgili söylenebilecek her şeyi söyleyemez. Yazarın kurgusunda dış çerçeve tema, sadece bir el etmedir. Onun etkisinden sıyrılıp merkezde, içte yer alan (üst kurmaca) temaya ulaşmak. İşte can alıcı sorun budur. Okur tüm duyargalarını burada açmak zorundadır. Ben kişisel olarak daha çok üst kurmaca zengini metinleri seviyorum.

“Bak sana ne anlatacağım biliyor musun? Bak sana ne anlatacağım biliyor musun? Bak sana ne anlatacağım biliyor musun? Bak sana ne anlatacağım biliyor musun? Bilmiyorsan beni okumaya başla.”

 

Öyküde Zaman

 Aslında öykü zamanında kimse ölmüyor. O zamanda kimse yaşlanmıyor. Öykü zamanı olduğu gibi kalan, yavaş akan bir zaman. Bunu okura da kendi gerçeklik zamanını unutturarak yaşatıyor. Ödenmemiş kredi kartınız hayatınızdan çıkıp gitmiştir. Az önce aşkınız reddedilmemiştir artık. Başka bir zamana yelken açarsınız. Sabahın ilk ışıklarındaki bembeyaz deniz görünümüdür her şey. Suyun üzerinde sürüklenmeye başlarsınız. Yok bir evrende, yok bir zamanda.

“Bir yokmuş, bir yokmuş. Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir yerde, bilinmeyen bir şey varmış. O şey o kadar bilinmiyormuş ki, buna durup kendi de şaşıyormuş. Öylece yaşayıp gidiyormuş. Bilinmezlik içinde. Bir gün gelmiş, yok yerden, yok bir zamanda yok biri çıkıp gelmiş. Dönüp ardına seslenmiş. ‘Beni yok yere kadar takip ettiniz. Yeter artık. Düşün yakamdan.’ Geridekiler de öyle yapmış. Yok bir yerin zamanında, yok boyunca takibi bırakmış o şey.”

 

 

Öyküde Karakter

En iyi karakter öyküde karaktersiz olmaktır. Yani karakterin çevrenin ondan gelebileceğini tahmin ettiği eylem çerçevesinin dışına çıktığı an. İşte o kutlu an öyküyü öykü yapar.  Bu yüzden karaktersiz karakterler severim ben. Önce karakteriyle girer düş dünyamıza. Sonra bambaşka bir dil tutturur. Kestiremediğiniz bir seçim veya bir davranış olabilir bu.

 

“Seni hiç tanımıyorum am çok seviyorum. Seni neden bunca sevdiğimi söylesem inanamazsın. Olmadığını bildiğim için. Sadece sana inanmak istiyorum. Var olduğuna değil. Var olabileceğine. Öyle heyecan veriyor ki bu düşünce bana anlatamam. Bu yüzden olsa gerek titriyorum. Gerçek olmaman için de gece gündüz sevinç duyuyorum. Var olsan yaşlanırsın. Şeker, tansiyon derken seni de yıpratır bu yaşam. Gelme buralara olur mu? Sen orda kal.”

 

Öyküde Mekân

Şart değil aslında. En iyi mekân, dil. Yazarın yurdu orasıdır. O yurdun hangi coğrafyada yer aldığının ne önemi var. Mekân bazen bir tuzluk olabilir. Akmak istemediği zaman, nemlendiği zamanları anlatıyor olabilir. Yine de mekân bize üst kurmacayı verme, zamanı somutlaştırma anlamında birçok veri sunar. Bunları kullanıp anlatı dünyasına doğru basamak çıkmaya başlarız.

 

“Benim en iyi mekânım çocukluğum. Onunla başladı her şey. Ben onunla başkasına bakmaya başladım. Başkasının bana nasıl baktığını onun sayesinde fark ettim. Benim en güzel mekânım çocukluğum. Sana yazdım her şeyi. San ulaşmak, senin duru suyunda yıkanmak için tüm çabam.”

 

 

 

 

 

 

*Mustafa Kurt, Abdullah Harmancı, Hale Sert ve Necip Tosun’un aralarında bulunduğu öykü sevdalılarının gerçekleştirdiği ‘Kurmaca Metin(öykü) Yazma Semineri’nin yarattığı esinle kaleme alınmıştır.