19 Şubat 2019 Salı

BALKON FOTOĞRAFLARI

Orhan Pamuk'un 'Balkon Fotoğrafları Sergisi'ni gezdim Sayın Editör. 
Gerçeğin ruh hallerini sözcüksüz anlatmayı başarmış Pamuk. Gerçeğin o belirsiz sınırlarını, o sınırların geçişliliğini veya ayrı duruşlarının fotoğraflarını çektiğini söyleyebilirim.  Kitaplarında da bu varoluş hallerini. bakışı ele aldığını hepimiz biliyoruz.
Baktığınızda resimden daha hızlı tüketilir fotoğraf. Doğrudur. Ama yine de gerçekliğe Pamuk'un objektifinden bakmak heyecanlı bir keşif oluyor.
Hilalin üstündeki kuş  birden fazla fotoğrafta karışımıza çıkıyor. Bu fotoğraflara baktığımda ayrıksı duruşun türlü halleri fotoğraflara yansıdığını gördüm. Genelde kenarda durmanın, farklı olanın, dışta kalmanın, neredeyse  kendini bütüne ait hissedemeyişin  fotoğrafları olarak da görülebilir sergi.
Hilal üstündeki yalnız kuş.benim söylediklerimi destekliyor. Doğrusu insan gerçeğinin bunca içinde olup, ona yabancı kalmayı çok güzel anlatmış fotoğraf(lar). Burada gerçeğin farklı duruşlarından söz etmeye başlayabiliriz. işte sergiden ayrılırken bende kalanları bu şekilde kısaca özetlemiş oldum. 
Yapı Kredi kitapevinin yenilenmiş halini gördüm. 
Marcus Aurelıus, Düşünceler.
Italo Calvino, Zor Sevdalar.
Mine Söğüt'Ten: Deli Kadın Hikayeleri'ni ve Gergedan'ı alıp çıktım. 
Dışarıda gerçekliği, aynı zamanda ve mekanda buluşturan bir kalabalığın arasına karıştım. 

14 Şubat 2019 Perşembe

PECOLA’NIN SARSICI EZGİSİ


Sayın Editör,
Her ne kadar anlatıcı Claudia’nın ne dediklerini merak etsek de En Mavi Göz adlı kitap Pecola
’yı anlatıyor. Pecola’nın içine doğmuş olduğu verili değerlerce nasıl paramparça edildiğini gözler önüne seriyor. Çünkü Sula adlı kitabında da görsel bir anlatım dili var Morrison’un.
En Mavi Göz bir ilk kitap. Bu kitabın neyi başarıp başarmadığını büyük bir içtenlikle kitabın sonundaki Sönsöz’de dile getiriyor yazar. Sula’da da roman üstüne söz almıştı Morrison. Bu söz almalar, yazarın yazdığı kitapla, kitabın anlatımıyla arasındaki bağı ya da kopuşu dile getirmesi açısından önemli. Metnin neyi başarıp başarmadığını, okurdaki karşılığının ne olduğu veya olabileceğinin ipuçlarını da veriyor. Pecola’nın yaşadığı tacizi okurken, yazarın söylediği gibi, acıma konforunu düşmüyoruz. Yazar  anlatım diliyle bu yolun önünü kapamış oluyor. Pecol’ya acımıyorsunuz. Bu duyguyu Raskolnikov’un baltayı havaya kaldırdığında da hissetmiş olmalıyım. Yazar okurun eline baltayı tutturuyor. Bulantıyı o şekilde sağlıyor. Varoluşun boşluklarına düşme, ardından düşünmeyi, soru sormayı getiriyor. Burada da aynısı oldu. Pecola’nın babası tarafından uğradığı taciz anlatılırken öyle itici geliyor ki, soğuk buz gibi bir metalin teninizi kestiğini hissediyorsunuz. Buza kesen bir dilin buharı tüterken, olana yaptığınız tanıklık içinizi dondurup öylece bırakıyor sizi.
Bir romanın sizi çağırması ne demektir?
Yanılsama da olsa kendinizi romanın içinde hissederek, onun bir parçası olarak romanın atmosferini solumak. Bu sorunun yanıtı bu olsa gerek.
Bu kitabında da Morrison’un beni çağıran sesine kulak verdim.
Vermesem yabancılığım beni paramparça edebilirdi.