15 Kasım 2017 Çarşamba

EDİTÖRE MEKTUPLAR12

Sayın Editör,
Günlük yaşam, araya girdiğinde kurmacanın sesini yitirdiğiniz oluyor kimi zaman. Kurguyu gereksinmeyecek ölçüde şaşırtıcı bir yaşamdan söz ediyorum. Bu bir yazar için başlı başına krizdir. Yazar iç sesini, öykü sesini yitirmiştir. O zaman bir düş içinde bulur kendini. Gördüklerini bir ses ile olsun, bir öyküde var edemez. Edemeyince -artık- kendi yazar sesini de yitirmektedir. Yaşamın sunduğu algı yanılması başta sürükleyicidir. Yaşamın gündelik kaygılarını dindirmektedir. Yine de eksik bir şey vardır. Yazar kendine yabancılaşmıştır. Buna David Constantine, Kendini kaybetme, diyor. Yazar kendini kaybetmiştir. O zaman yaşamın kıyısına bir konuk olarak yerleşmiştir. Onu kendine bir türlü mal edemez. Kendini yaşama da kattığı görülmemiştir. Günler böyle geçer. Sadece okursunuz. Kimi zaman bir iki satırın altını çizdiğiniz de olur. Okumanın da iyileştirici bir gücü vardır. Yazar yazmadan, bir okur olarak yaşamını sürdürebilir. Yine de içten içe duyulan bir eksikliği gittiği her yere götürür. Aradığı nedir? En güzel arkadaş ortamında bile aşamadığı kekremsi bir tat vardır. Kendini kıyıda -bilerek- tutması bu yüzdendir. Hani arkadaşlar erken gitse de, öyküye kaldığım yerden devam edeyim, huzursuzluğu değil söz konusu olan. Kendini ortama bir türlü katamamaktır. Bir tür varoluşun kendini açmaması durumu. Çünkü yazar öykü sesini yitirmiştir. Onun bu sesi bulması için daha çok zaman vardır.
Ozan ve kısa öykü yazarı David Constantine’ye ait Oggito’dan ilk okuduğum, “Kısa Öykü ve Bilmemenin Gücü” başlıklı yazısı oldu. Yazıyı çok beğendim. Sonra merak ettim. Yazarın (ozanın?) Türkçe’ye çevrilmiş kitabı var mıdır diye. Başka Bir Ülkede adlı öykü kitabı Metis yayınlarından çıkmış. Bir öykü yazarı olarak bu kitabı ıskalamış olmak beni üzdü açıkçası. Constantine, bu ses yitirme  konusunda şunları söylüyor.
“Somut bir imgenin yanı sıra, hikâyeyi ve içindeki bir ya da daha fazla karakteri anlatabilmek içine bir sese, bir ses tonuna ihtiyacım olur. Ve şanslıysam, bu sesi ilkin ritim olarak duyarım, bir vurgu, bir aksan olarak belki ve sonra şansım yaver giderse o sesin anlatıcı ya da karakter olarak söyleyebileceği bazı sözcükleri, bir iki cümleyi duyabilirim. O zaman bunu riske etmeye hazır olurum ve bir başlangıç yapabilirim.”
Sayın Editör,
Size uzun bir süredir öykü başlangıçlarımı yitirdim, diyebilirim. Bu durumu daha iyi açıklayabilmek için yine Constantine’nin yazısından bir alıntı daha yapmam gerekiyor.
“O sesi kaybettiğimde, onu yeterince yakından dinleyemediğimde ve gerçek sesin, hikâyeye uyacak tek sesin kaçıp gitmesine izin verdiğimde kendi yolumu da kaybetmiş olurum.”
Anlamışsınızdır. Uzundur yolumu kaybettim. Gerçek acıtıcıydı. Böyle bir bilinçle içinizdeki anlatıcı sese yabancılaşmak, onun olmadığı bir güne uyanmak öyle kolay olmuyor. Kendinizi kaybetmiş oluyorsunuz. Bu yitirişin ince sızısını hiçbir şey dindirmiyor.
Bu susan ses en son, Ruh İkiziniz Ruhi adlı öyküde bırakıp gitmişti beni. O öykü sevildi sanırım. Dünyanın Öyküsü dergisinde yayınlandı. Sonra Karahindiba dergi editörü, o anlatıma yakın bir öykü istedi. (Yazık ki kapandı şimdi o güzel dergi.) Sonra Bir Yudum Kitap sitesi okurlarıyla paylaştı Ruh İkiziniz Ruhi’yi. Wattpad’te de yayınlanıp paylaşıldığını gördüm öykünün. O ses, beni o öyküde bırakıp gitmişti.
Şimdi o sesi yeniden buldum. Sanki böyle bir şeyi hiç yaşamamıştım. Yaşlanmıştım ya da. Kalkıp bir deniz kıyısına gitmiş, oradan da hiç geri dönmemiştim. Kapanmıştım.  O ses derken,  “Kastettiğim, mistik ya da gizemli bir şey değil.” Yaşamı tek bir ses, ton, tını, görünümle temsil etme yeteneğinde olandır. Ruh İkiziniz Ruhi’nin giriş tümcesindeki sese benzer biraz.
“Babam da sizin gibi yalnızlıklar parkı sakinlerinden biridir Ruhi Bey.”
Okur okumaz Ruhi Bey’e seslenen o sesin peşine takılıp gidersiniz.

Yaşamı o ilk sese. Öykü sesine. Anlatıcı sese. Öyküyü o ilk tümceyle başlatan sese yeniden kavuştum. Bu mektubu da bana yazdırtan o ses oldu sanırım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder