Özgür
SOYLU
Uykusuzlar’da yayıncıya, eleştirmene, okura
kırgın bir genç yazar silüeti beliriyor yer yer. O ünlü soruyu sormadan
edemeyeceğim; Yıllardır yazarlığını takip ederim, yazma/yayınlama konusunda
sende birikenler neler?
Sevgili Özgür bizim gibi edebiyat
dergilerini mutfak belleyip, yazarlığını oradan geliştirmeye çalışanlar için
-artık- çok farklı bir yayınlatma süreci söz konusu. Dergilerde pişmek geçer
akçe değil. Bu açıdan bakınca kitap yayınlatmak çok kolay görünüyor şu
günlerde. Bloglarda veya buna benzer ortamlarda önce okurlarını oluşturuyorsun.
O aşamayı geçince kitap yayınlatabiliyorsun. Dergilerin bu açıdan bir basamak,
çekim merkezi olma şansı kalmadı.
Zor bir kitap yayınlatma süreci
yaşadım. Bunu açıkça dile getirmeliyim. Yayıncıya gönderdiğin kitabın düzeyinin,
yayınlanması için yeterli bir koşul olmadığını öğrendim. Dolaşım değeri, satış
kaygısı ve daha birçok şey belirleyici oluyor. Bunlar dışında, zarını senin
için atacak yazar da olmayınca genç yazarların doğumu böyle sancılı, geç
olabiliyor işte. Zaman alıyor.
Minimal,
kısa kısa ya da ufarak öykünün tür olarak nerede durduğunu düşünüyorsun?
Küçürek öykü, düz yazının genetik
açıdan şiire en çok benzerlik gösteren türü kanımca. Ama kesinlikle şiir değil.
Az sözle çok şey söyleme ustalığı olması açısından evet şiir gibi. Ama bir
gerilimi içermesi, aydınlanma anı, felsefi arka plana sahip olmasıyla da
şiirden farklı olan bir tür olduğunu bize gösteriyor.
Sonuç olarak küçürek öykü, düzyazıdan
çok şiirle iletişim halinde olabildiği bir yerde duruyor. Bir olanak olarak
minimal öykü, geleneksel anlatı türünün sınırlarını geliştirme şansı tanıyor
bize. Bu durum onu önemsememiz için yeterli bir neden bence.
Minimal,
kısa kısa, ufarak öykünün şiirle ilişkisi kısa öyküyle şiir arasındaki
ilişkiden ne kadar farklı?
Az önce küçürek öykünün şiirden
farkını bir parça dile getirmeye çalıştım. Kısa öyküyle şiir arasındaki farka
baktığımda, kısa öykünün oylumu onu şiirden uzak bir yere taşıyor. Yanı sıra sözcük
ekonomisi, kısa öykü türünde öncelenen bir amaç değil. Yazar anlatıyı içsel bir
duruma yoğunlaştırırken zaman, yer, karakterlerle ilgili birçok ipucu
verebiliyor. Küçürek öyküde söz konusu olan bu durumlarda yazar deyim yerinde
ağzını sıkı sıkıya kapatıyor. Bir aydınlanma anı üzerinden, bir kibrit
çakımında anlatıyı kurup bitiriyor. Kısa öykü için bir oturuşta okunmalı denir.
Küçürek öykü için oturuşa de gereksinmeniz yok. Çünkü oturuş kitabın ilk
okuması için yeterli bir süre sağlıyor. Ama anlam yoğunluğu açısından yeniden
metne dönmeniz gerekebiliyor. Ferit Edgü’nün Bin Bir Hece adlı yapıtını dikkate alarak bunu söyleyebilirim.
Sonuç olarak minimal öyküye nazaran kısa öykü, şiire biraz daha uzak bir akraba
gibi duruyor.
Başka
türlerde ürünler verdiğini biliyorum. Dolayısıyla genel anlamda soruyorum bunu:
Bence öykü yazmak ve öykü kitabı yazmak ya da öykü kitabı oluşturmak aynı şey
değil. Her öykü her kitaba girmez, her öykünün kitapta olmazsa olmaz bir yeri
vardır. Bu bağlamda Uykusuzlar için
nasıl bir kitaplaşma süreci yaşadın?
Haklısın Özgür her öykü
kitaplaşmaz. İyi Yolculuklar adlı
kitabında sen de bunu deneyimlemiş birisin. İlk öykülerini yayınlatmaya gönül
indirmeyen yazarlar var, biliyoruz. Ama ben edebiyatta kısa öyküyle gözümü
açtım. Hala o alanda ürünler vermeyi sürdürüyorum. Kısa öyküde bir süre
ısrar etmeyi de düşünüyorum. Ki önümüzdeki süreçte kısa öykülerim kitap
bütünlüğünde okurlara ulaşacak.
Uykusuzlar’ın
kitaplaşma sürecine gelince. Kısa öyküler için aldığım notlar böylesi bir kitap
bütünlüğü oluşturdu. Eksiltme bu dosyada rahatlıkla yaptığım eylem oldu. Kitaba
girmeyen ham hali daha uzun, eksiltmeye direnen metinler vardı. Öte yandan
minimal öykü türünün sınırlarında durmayı iş edinenler de. Sen sorunca aklıma
geldi. Bu dosyada sözcük sayısı azalıyor, ama öte yandan anlam hanesindeki
izleklerde artış yaşanıyor. Bu yanıyla kısa öyküden daha zor bir dosya oldu Uykusuzlar.
Tekrar
minimal öyküye dönersek; ağırlıklı olarak sosyal medya kaynaklı anekdot
anlatımı, afili laf söylemek, koca koca öğütler vermek peşindeki yazma/okuma
alışkanlığı öykü üzerinde ne tür bir bozulma yaratıyor?
Bu söz ettiklerin zaten öykü katına
çıkmıyor, çıkamıyor. Çünkü öykünün derdi anekdot anlatmak, afili laf söylemek,
öğüt vermek değil. Öyküde izlek metnin içinde saklı. Söz ettiğin sosyal medyada okur gördüğü şeyi
dert edinmişken, yazar minimal öyküde gördüğünün arkasındaki görünmeyeni dert
ediniyor. Bunun izini sürme okura düşüyor. Bu yanıyla küçürek öykü görünenin arkasındaki görünmeyeni ortaya
çıkarma ilişkisine dönüşüyor. Bilge Karasu’dan işittiğim ‘etkin okur’ terimi
burada yazarın beklediği belli tür okuma eylemine işaret etmiş oluyor. Küçürek
öyküde söz söyleme sanatı, böylesi bir ‘metin metafiziği’ içeriyor. İletisi
açık yazılar okumaya alışkın okur için, söz konusu ettiğim bu ‘metin
metafiziği’ farklı bir okuma edimine yelken açmak anlamına geliyor.