Sayın Editör,
Öyküde
betimleme konusuna değinmek istiyorum bu mektupta.
Öykü gözlem
gücü ister. Doğrudur. Yalnız bu gözlem gücünün sadece reel olana yönelmesini
bekleyemeyiz öyle değil mi?
Bu gözlem
gücü, ele aldığınız karakterin içine de yönelebilir kanımca. Bunu nasıl
yapabiliriz? Bu konuya geliyorum şimdi.
Karakter bir
ses olarak öyküde yer alabilir. Ses olarak yaşayabilir öyküde. Bu yüzden
anlatımın kısa tümcelerle, şiirsel bir dili kuşanıp dile gelmesi
etkileyiciliğini artırır. Okuru zorlayacak olan, karakterin fiziksel
özelliklerinin verilmediği, giyim kuşamının ve olasılıkla öykü atmosferini
oluşturan nesneler dünyasını en ince ayrıntısına değin anlatmayan bu öyküde
izlek arama olacaktır. Şimdi düşünüyorum da, karakteri salt ses olarak öyküde
tutmaya özen gösteren bir anlatım, o seslerden bize açacağı yollarla onu
kafamızda canlandırmamızı sağlayabilir. Buna da öykünün etkisi diyeceğiz.
Böylesi bir
anlatımın riskleri elbette yok değil. Çünkü edebiyatta geçmişten gelen bir
karakter apaçık etme eğilimi var. Bu tutum kötüdür, yanlıştır demiyorum.
Diyeceğim başka bir olanak da olabilir öykü için. Ne dersiniz?
Dikkat
ettim. Kimi anlatı inanılmaz derecede ayrıntıya yaslanıyor. Bu yer yer sıkıcı
olabiliyor. Buna karşın karakterin ses olarak var olduğu öyküde de anlatımın
okuru yorması söz konusu olabilir. Okur alışkanlıkla kısa yoldan sonuca ulaşmak
isteyebilir. Hazır sonlar okura bu yüzden ilgi çekici gelir bazen.
Ama öykü
karakterinin salt ses olarak yapılandırıldığı kurgular, biraz daha dikkatli bir
okur ister. Öyle değil mi? Sizin de öykülerinizde psikolojik iç derinlik daha
çok yoğun, diyebilirsiniz.
Çılgın Patlaklar adlı öykü dosyası ses ve
çağırışımdan oluşuyor. Bu dosyanın tümünde güya rastlantı sonucu bir araya
gelmiş karakterler konuşuyor gibidir. Kahve
ve Sigara filminde olduğu gibi. Jim Jarmush’un yönetmenliğini üstlendiği
filmden söz ediyorum. Orada nesneler dile gelmez. Simgeseldirler. Bir şeyi
anlatma dertleri yoktur. O nesneler çevresinde akıp giden konuşmalar/yaşamlara,
kısacası an olarak insanlık hallerine odaklanır yönetmen. Nesneler sanki
yokturlar. Sigara ve kahve hariç. Ötekiler önemsiz gibidir. Kahve ve sigaranın
önemini daha çok vurgulamak için vardırlar.
Öykü
karakterlerinin çoğunun gerçeği, gerçek olmayanla değiştirdiği bir zamanda ve
atmosferde böylesi bir durum kurgunun içsel tutarlılığı açısından önemlidir.
Bütünlük böyle kurulur.
Diyeceğim
öykü sadece bir masa çevresinde karakterlerini toplayabilir. Karakterler sadece
anlatıcı ses olarak öyküde yer aldığında kurulan atmosfer ancak havada asılı
bir yer olarak kendini biçimlendirebilir. Karakterler bir araya gelir ve şunu
sorarlar kendilerine. Niçin toplandık? Dikkat edin soru şu değil. Neden burada,
masa çevresinde, toplandık? Niçin toplandık? Uzam(masa) önceden önemsiz
gibidir. Ama sonradan anlatıda ne kadar önemli bir öğe olduğu öykü okunduk sıra
açığa çıkar. Öykü eğretileme olarak masayı, düşünce; düşünceyi, masa yerine
koyduğunu işaret edip bitirilebilir.
Şimdi ne
oldu peki? Diye sorabilirsiniz.
Olan şu.
Karakterler konuşmalar üzerinden verilirken, sezdirmelerle giydirilip
kuşandırılır. Ruhundaki yükler ortaya konur. Onları bir ucundan tutup
çekiştirebilir öykü. Bunu yaparken karakterin nasıl soluk alıp verdiğini,
fiziksel/ruhsal özelliklerini belirgin olmasa da gösterebilir.
Öykünün
diyeceğini bağırmaması şu an çok ilgimi çekiyor. Öykü ağzını gerektiğinde sıkı
sıkıya kapamalı değil mi? O sıkılıkta uç vermeli öykü. Sessizce bağırmalı. Kulağı
sağır eden bir sessizlikten söz ediyorum bunu söylerken. Bu daha ilgi çekici
değil mi?
Esen kalın…