24 Kasım 2018 Cumartesi

İstanbul Güncesi III

Sayın Editör,
Öykü yazmak dışında başka bir uğraşım daha var. Öğretmenim.Yirmi ikinci yılımı devirdim.  Yirmi iki yıla ne mi sığdırdım?
Sorular.
'Burada ne yapıyorsun?'
Sorusundan ontoloji kurduk öğrencilerimle.
Ardından, 'Ben kimim. Kimim ben?' sorusuyla ontoloji ile epistemolojiye uzandık. 'Ben' olmanın bilgisel temeli nedir?
Bu bilgiyle nasıl varlık oluruz?
Doğrusu ben soru sormanın ilk ateşleyicisi oldum. Arkası gelmiştir. Okumadan yazamam ya! Okudum. Çantamdaki kitabı hep masaya koydum. 'Çarpmaz,' dedim,
'Açın bakın!'
Böyle böyle kurdum meslek yıllarımı.
Bugün bana gelen Gülsüm'ün, Naz'ın, Sinan'ın, Gizem'in, Dilara'nın, Açelya'nın ve diğerlerinin telefon ve iletilerini hep bu
ilk sorunun bir devamı olarak gördüm.
Öğretirken öğrenciden öğrenmek güzeldi ve çıraklık ancak ustalık getirirdi.
Buna hala içten inanıyorum. 


13 Ekim 2018 Cumartesi

A.CARACO'NUN KAOSU






A.Caraco'nun Kaos'un Kutsal Kitabını okuyorum sayın editor. Cioran'dan sonra buraya terfi ettim. Bu açıdan yazarin dili benim için sarsıcı olmadı elbette.Ama beni ters yüz eden yerleri var kitabın.Bunu da itiraf etmeliyim.Söz konusu yerleri sonra sizinle paylaşmak istiyorum.
Şimdi o kitapta söz alan kişinin bazen sıradan bir insan, peygamber,bilim insanı gittik sıra filozof  olduğunu söyleyebilirim.
Didaktik bir deyişi var Caraco'nun.Bu da onu vahiy söyleyicisine yaklaştırıyor. Bunun bilinçli bir seçim olduğunu düşünüyorum.Kitabın 29. sayfasında şu sözler yer alıyor.
'Şeyleri yeniden şekillendirdiğimiz yanılsamasını yaratmak için sözcükleri değiştirmemiz yeter.'
Bu deyiş, günümüzün gerçeklik anlayışının resimini çekip önümüze koyuyor.
Sonuç olarak Caraco, Cioran'dan bir söylem alıyor. Ama bu söylemi kendince bir anlama bürüyor. O da işte  Caraco söylemi oluyor. En sevdiğim yerleri metafizikle hesaplaşma yerleri.İgiyle dönüp dönüp okuyorum.


20 Eylül 2018 Perşembe

İSTANBUL GÜNCESİ II (GÜN KAOSU)

Sayın Editör,
Gün kaosa geliyor. Ama biz bunun içine günlük işlerimizi koyuyoruz. Bu da yaşamın anlamı şeklinde bir yanılsama doģuruyor.
Oysa anlamı  çoktan yitirdik. Gördüğümüz bir gündüz düşü, başka deģil.
Bazen kimliklerimiz bizde dehşet duygusu uyandırıyor. Bunu görme cesaretimiz yok artık. Çünkü biz bizi yitirdik.
Bulmak iş değil. Bulmanın da bir anlamı yok.
Bulmayı maddeleştirdiğimiz ölçüde kaybolmayı kutsadık.
Sonuca gelirsek. Sonuç yok. Hala bir öncülden düşmedik.Düşmeye de niyetimiz yok.
Biz böyle iyiyiz, bizim için yeterince dibe batırıcı.
Bataklıkların içinden soluğumuzu bitirmeden çıkmaya niyetimiz yok bu yüzden.


18 Eylül 2018 Salı

İSTANBUL GÜNCESİ I

Sayın Editör,
İstanbul'da yaşam trafik gibi akıyor.  Ne zaman takılacağı ne zaman akacağı belli olmayan zamanlar bunlar.
Buraya gelir gelmez eski anılardan iz aradım.
Bu çok gerekliydi.Özellikle oğul oğul can oğul, diye sevdiğim Berkay'a Avcılar'ı gösterirken nasıl da heyecan bastı. Anlattım.
Bu sokakta ilk aylarını yaşadın.Bakıcın Firdevs.
Aa, nasıl da yeşil bir mahalle burası. Denizköşkler.
Sonra deniz kıyısına vardığımda martılar hala oradaydı. Park yeşildi.
Acıbadem  Bakırköy hastanesinde doğan oğlumu, Acıbadem Atakent hastanesine bırakıyorum. Katater takılacak. Sonrası yaşama dahil bir acı sağanağı.
O gece ağmur yağıyor. Sabaha kadar.
Şimşek buralarda farklı çakıyor.
Toprak kokusu.
Caddeler yürümek istiyorum.
Upuzun caddeler...


1 Mayıs 2018 Salı

Sizin Hiç Anneniz Öldü Mü?


Sayın Editör,
Önce ezberinizde bulunan Cemal Süreya şiirini okuyalım. Sonra bunun üzerine yazdığım metni.
Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?
Cemal Süreya
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Sizin Hiç Anneniz Öldü Mü?
Bu başlığı atarken Cemal Süreya’nın şiir adına öykündüm. Öykündüm çünkü baba için yazılmış, uzak ama yakın en güzel şiirdir benim için Süreya’nın şiiri.
Soruyla başlıyor şiir. Biraz zaman kazanmak içindir şiire soruyla başlamak.
Biraz zaman kazanmak içindir, yaşamasızlıklara yanıt bulana kadar.
Ya da içi saran çocukluk yalnızlıklarına biraz olsun yakınlık kurabilecek birini bulmak isteyişidir.
Soruyla başlıyor ben’in tarihi. Belki de ben’e dayanmış
merdiven-sorudur. Bundandır önemi.
Sonra şiirinde şaşkınlık var ozanın. Bunu ondan ummazdım, diyor ya. Ben de burada aynısını kullanmak istiyorum. Babamdan umardım da. Annemden hiç ummazdım. Gidişi kısa sürdü. Üç gün yoğun bakım. Dördüncü gün yoruldu kalbi. Durdu.
Alıp götüreceğim seni buradan eve, demelerime karşılık kısacıktı cevabı.
“Ahhh, ahhh!”
Şimdi bu cevapta neler gizlidir bilseniz. Yaşamasızlıkları. Çocuk yaşta evliliği. At sırtında gelin gidişi. Kadın damarı kesilmiş bir bitkiye dönüşeceğini nereden bilsin at sırtındayken? Hızlı, yavaş kesiliyor bitki damarı. Bu yüzden büyüyemediği o güzel zamanlara çiçekler büyüttü saksılarda. Özellikle bizim çocukluğumuza büyüttü Vita tenekelerdeki çiçekleri. En çok gül çiçeğini sevdi. Hatta bir kardeşimin adıdır Gül. Hayatla arasındaki kesik damar yüzünden, çiçeklerin özsuyu hep aksın istedi.
Ben o, “Ahh”lara birçok şey sığdırırım daha. İntihar eden geceleri, sessizliğe bürünen gündüz zamanlarını. Bu yüzden burayı geçelim diyorum. 

Hamama gittim evet. Ama en çok evimizin hamamını sevdim. Banyo, anne kucağı gibi sarmalardı bizi. Odun kazanı yanardı. Sıcak su kazanın musluğundan hayatlarımıza akardı. Gençliğimde o kazanlar kalktı. Güneş enerji panelleri damlarımıza tırmandı. Böylece o sıcak saf suyumuzu bedenlerimizden çekip aldı.
Ben en çok annemin hamamını sevdim. Tas vardı örneğin. Başını eğmezsen başına tas inerdi. Kıkardadın mı yeniden inerdi o tas. Tas çınlardı kafamızda. Sonra kulaklar, derdi annem. Kulaklarımızı yıkardık.
Bizim çocukluk lambalarımız hiç olmadı. Fanuslara büyüdü gölgelerimiz. Duvarlara yansıdı sonra. Şimdi o yorgan altına gömülmüş başlarımıza, gözlerimizden akan gözyaşlarımıza karşılık gelir o hamam tası fanuslar. 
Ben o, “Ahh”lara daha birçok şey sığdırırım daha.
İntihar eden geceleri, sessizliğe bürünen gündüz zamanlarını. Bu yüzden burayı geçelim diyorum. 
Onun baktığı yerde biz vardık. Bizim baktığımız yerde de o. Annemiz. Bu yüzden sekizimiz birden onun gözü olduk. Ama onun baktığı kadar olamadık. Onu sevmelere ayıracağımız zamanları, birbirimizden nefret ederek geçirdik. Ne acı!
Ozanın şiir başlığından esinlendim. Çünkü ozanın beni’yle babasının arasına geçmişti hayat. Oradan da çıkıp gidemeyecekti.
Benim için de öyle oldu. Babamla aramıza girdi hayat. Ama asla annemle arama girmedi. Annem hayatımın kendisi oldu çünkü.
Söylemiştim size.
Ben babamdan umardım da.
Annemden hiç ummazdım.
Bu yüzden kör oldum.
Böylesi körlükte oğlumun sağlığına kavuşacağını göremeyeceğim.
Ortanca oğlumun, Babaanne uff olmuş. İlaç ver baba, iyileşsin, sözünü tutamayacağım.
Yeni çıkacak kitabımın sevincini yaşayamayacağım.
Bazen. Oyuna karışırken, gündelik hayat oyununa, bu yüzden –artık- sabırsız davranmayacağım.
Ben onun gölgesine büyümüştüm. Çocuk korkularıma. Bu yüzden dikkat ettim tüm fotoğraflarda çocuk başım ona yaslanmıştır.
Şimdi ben yaslanacak bir beden ararken. Yıkayıp alıp götürdüler onu. Kazılmış toprağa yatak serdiler. Yastığını koydular. Sonra beyazlar içinde onu yan yatırdılar mezara.
Ben çocuksu aklımla hala şu sorunun yanıtını bulamam.
Onu niye orada yalnız bıraktık?
Annemden gerçekten hiç ummazdım. Çünkü burada, Adana’da odası boş. Onun gelmesini bekliyoruz çocuklarla.
Söz Hint dizilerini izliyor diye onunla hiç söz dalaşı yapmayacağım şaka yollu.
Neden kimi zaman adalet terazisinin şaştığını da dert etmeyeceğim.
Bunları göremeyecek durumdayım çünkü.
O öldü.
Benim gözlerim kör oldu.