4 Aralık 2017 Pazartesi

EDİTÖRE MEKTUPLAR13

Sayın Editör,
Öyküde betimleme konusuna değinmek istiyorum bu mektupta.
Öykü gözlem gücü ister. Doğrudur. Yalnız bu gözlem gücünün sadece reel olana yönelmesini bekleyemeyiz öyle değil mi?
Bu gözlem gücü, ele aldığınız karakterin içine de yönelebilir kanımca. Bunu nasıl yapabiliriz? Bu konuya geliyorum şimdi.
Karakter bir ses olarak öyküde yer alabilir. Ses olarak yaşayabilir öyküde. Bu yüzden anlatımın kısa tümcelerle, şiirsel bir dili kuşanıp dile gelmesi etkileyiciliğini artırır. Okuru zorlayacak olan, karakterin fiziksel özelliklerinin verilmediği, giyim kuşamının ve olasılıkla öykü atmosferini oluşturan nesneler dünyasını en ince ayrıntısına değin anlatmayan bu öyküde izlek arama olacaktır. Şimdi düşünüyorum da, karakteri salt ses olarak öyküde tutmaya özen gösteren bir anlatım, o seslerden bize açacağı yollarla onu kafamızda canlandırmamızı sağlayabilir. Buna da öykünün etkisi diyeceğiz.
Böylesi bir anlatımın riskleri elbette yok değil. Çünkü edebiyatta geçmişten gelen bir karakter apaçık etme eğilimi var. Bu tutum kötüdür, yanlıştır demiyorum. Diyeceğim başka bir olanak da olabilir öykü için. Ne dersiniz?
Dikkat ettim. Kimi anlatı inanılmaz derecede ayrıntıya yaslanıyor. Bu yer yer sıkıcı olabiliyor. Buna karşın karakterin ses olarak var olduğu öyküde de anlatımın okuru yorması söz konusu olabilir. Okur alışkanlıkla kısa yoldan sonuca ulaşmak isteyebilir. Hazır sonlar okura bu yüzden ilgi çekici gelir bazen.
Ama öykü karakterinin salt ses olarak yapılandırıldığı kurgular, biraz daha dikkatli bir okur ister. Öyle değil mi? Sizin de öykülerinizde psikolojik iç derinlik daha çok yoğun, diyebilirsiniz.
Çılgın Patlaklar adlı öykü dosyası ses ve çağırışımdan oluşuyor. Bu dosyanın tümünde güya rastlantı sonucu bir araya gelmiş karakterler konuşuyor gibidir. Kahve ve Sigara filminde olduğu gibi. Jim Jarmush’un yönetmenliğini üstlendiği filmden söz ediyorum. Orada nesneler dile gelmez. Simgeseldirler. Bir şeyi anlatma dertleri yoktur. O nesneler çevresinde akıp giden konuşmalar/yaşamlara, kısacası an olarak insanlık hallerine odaklanır yönetmen. Nesneler sanki yokturlar. Sigara ve kahve hariç. Ötekiler önemsiz gibidir. Kahve ve sigaranın önemini daha çok vurgulamak için vardırlar.
Öykü karakterlerinin çoğunun gerçeği, gerçek olmayanla değiştirdiği bir zamanda ve atmosferde böylesi bir durum kurgunun içsel tutarlılığı açısından önemlidir. Bütünlük böyle kurulur.
Diyeceğim öykü sadece bir masa çevresinde karakterlerini toplayabilir. Karakterler sadece anlatıcı ses olarak öyküde yer aldığında kurulan atmosfer ancak havada asılı bir yer olarak kendini biçimlendirebilir. Karakterler bir araya gelir ve şunu sorarlar kendilerine. Niçin toplandık? Dikkat edin soru şu değil. Neden burada, masa çevresinde, toplandık? Niçin toplandık? Uzam(masa) önceden önemsiz gibidir. Ama sonradan anlatıda ne kadar önemli bir öğe olduğu öykü okunduk sıra açığa çıkar. Öykü eğretileme olarak masayı, düşünce; düşünceyi, masa yerine koyduğunu işaret edip bitirilebilir.
Şimdi ne oldu peki? Diye sorabilirsiniz.
Olan şu. Karakterler konuşmalar üzerinden verilirken, sezdirmelerle giydirilip kuşandırılır. Ruhundaki yükler ortaya konur. Onları bir ucundan tutup çekiştirebilir öykü. Bunu yaparken karakterin nasıl soluk alıp verdiğini, fiziksel/ruhsal özelliklerini belirgin olmasa da gösterebilir.
Öykünün diyeceğini bağırmaması şu an çok ilgimi çekiyor. Öykü ağzını gerektiğinde sıkı sıkıya kapamalı değil mi? O sıkılıkta uç vermeli öykü. Sessizce bağırmalı. Kulağı sağır eden bir sessizlikten söz ediyorum bunu söylerken. Bu daha ilgi çekici değil mi?

Esen kalın…